Определение sensing в Английский Язык Турецкий язык словарь
- {f} hisset
Tehlikeyi hissetti, kaçtı.
- Sensing danger, he ran away.
- {i} hissetme
- algılama
- hissederek
- (Askeri) KIYMETLENDİRME, ATIM KIYMETLENDİRMESİ: Bir paralanma veya vuruş noktasının ya da orta paralanma veya orta vuruş noktasının, uzun (over), kısa (short), havada paralanma (air), vuruş (graze) v. s. şeklinde kıymetlendirilen istikamet. Bak. "spotting"
- (Askeri) kıymetlendirme
- sense
- anlam
Gölde kesinlikle yüzebilirsin fakat öyle yapmanın anlamı yok.
- You can certainly swim in the lake, but there is no sense in doing so.
Bana göre bir anlamı yok.
- It doesn't make sense to me.
- sense
- hissetmek
- sense
- duyu
Tom'un yön duyusu yok.
- Tom has no sense of direction.
Bir köpek keskin bir koku alma duyusuna sahiptir.
- A dog has a sharp sense of smell.
- sense
- algı
Onun keskin bir iş algısı var.
- She has a keen business sense.
Köpekbalıkları kanı algılayabilir.
- Sharks can sense blood.
- sense
- {f} algılamak
- sense
- his
Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
- Tom sensed that Mary was in pain.
Garip bir şey hissetmiş olmalı.
- She must have sensed something odd.
- sensing device
- algılama aygıtı
- sensing element
- sensör
- sensing element
- algılayıcı
- sensing system
- (Askeri) algılama sistemi
- sensing station
- algılama istasyonu
- Sensing of lower yarn end
- (Tekstil) Alt iplik yoklama
- Sensing of vacuum
- (Tekstil) Vakum yoklama
- sensing and diagnostic module
- (Otomotiv) algılama ve teşhis modülü
- sensing circuitry
- duyucu devresi
- sensing element
- algılama elemanı
- sensing head
- (Nükleer Bilimler) algılama kafası
- sensing head
- duyarlı kafa
- sensing person
- akıllı insan
- sensing person
- pozitif insan
- sense
- {i} hissetme
- sense
- {i} duygu
O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
- He has an acute sense of observation.
Taro güçlü bir sorumluluk duygusuna sahiptir.
- Taro has a strong sense of responsibility.
- sense
- {i} sağduyu
Tom Mary'nin ondan yapmasını istediğini yapmak için oldukça çok fazla sağduyuya sahiptir.
- Tom has way too much common sense to do what Mary's asking him to do.
Tom Mary'nin sağduyudan yoksun olduğunu düşünüyor.
- Tom thinks Mary lacks common sense.
- sense
- {i} sezme
- remote sensing
- uzaktan algılama
- sense
- {i} us
- sense
- {i} manâ
Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.
- Living the kind of life that I live is senseless and depressing.
Oxford İngilizce sözlüğüne göre 'set' kelimesinin 430 farklı anlamı ya da manası var.
- According to the Oxford English Dictionary, the word 'set' has 430 different meanings or senses.
- sense
- şuur
Bir vazife şuuru hissediyorum.
- I feel a sense of duty.
- sense
- fikir
- sense
- eğilim
- sense
- zeka
- sense
- sezmek
- remote sensing
- uuaktan algılama
- remote sensing system
- uzaktan algılama sistemi
- sense
- (Tıp) sanse
- sense
- doğrultu
- sense
- hasse
- sense
- içine doğmak
- sense
- algılama
- sense
- malum olmak
- sense
- (Dilbilim) içlem
- sense
- anlamak
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
- She had enough sense to understand what he really meant.
- sense
- almak
- sense
- (Askeri) kıymetlendirme
- sense
- duymak
- sense
- duyum
Benim bir yön duyum yok bu yüzden her zaman bir pusula ile seyahat ederim.
- I have no sense of direction so I always travel with a compass.
İyi koklayamıyorum. Koku alma duyumu yitirdim.
- I can't smell well. I have lost my sense of smell.
- card sensing
- kart algılama
- mark sensing
- işaret algılama
- sense
- anlayış
Onun espri anlayışı yoktur.
- He has no sense of humor.
Onun bir mizah anlayışı vardır.
- He has a sense of humor.
- sense
- genel düşünce
- sense
- zekâ
- sense
- anlama yetisi
- sense
- {f} sez
Tom, Mary'nin mutsuz olduğunu sezdi.
- Tom sensed that Mary was unhappy.
Sami bir şeyin çok yanlış olduğunu sezdi.
- Sami sensed that something was very wrong.
- sense
- düşünce
- Compressed sensing
- (Mühendislik) Sıkıştırmalı algılama
- Compressive sensing
- Sıkıştırmalı algılama
- direct sensing
- algılama doğrudan
- film optical sensing device
- optik film algılama aygıtı
- optical font sensing
- optik font algılama
- photo sensing mark
- Fotoğraf algılama işareti
- remote sensing
- Yer yüzeyinin uçaktan ya da uydu aracılığıyla taranıp veri toplanması işlemi
- rotational position sensing
- dönel konum algılama
- sense
- yön
Tom'un yön duyusu yok.
- Tom has no sense of direction.
Ben iyi bir yön duyusuna sahibim, bu yüzden kaybolmam.
- I have a good sense of direction, so I don't get lost.
- infrared remote sensing
- infrared uzaktan algılama
- infrared remote sensing
- kızıl-ötesi uzaktan algılama
- knock sensing
- (Otomotiv) vuruntu algılaması
- pedestrian sensing
- (Otomotiv) yaya algılama
- range sensing
- (Askeri) MESAFE KIYMETLENDİRMESİ: Bir merminin, mesafece vuruş veya paralanma noktasını gözetleme ve bunu isabet (hit), uzun (over), kısa (short), kayıp (lost), şüpheli (doubtful) vesaire şeklinde haber verme işlemi. Mesafe kıymetlendirmesi, mesafelerin sıhhatli olarak tahminini içine almaz
- sense
- dili anlamak
- sense
- dirayet
- sense
- akıl
- sense
- (Tıp) His, duygu, duyu, sensus
- sense
- muhakeme
- sense
- {i} anlama
Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
- I was trying to make sense of what had happened.
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
- She had enough sense to understand what he really meant.
- sense
- {f} duyarlı olmak
- sense
- zeki
- sense
- {f} farkında olmak
- sense
- {i} amaç
- sense
- karar
Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.
- Living the kind of life that I live is senseless and depressing.
Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.
- It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college.
- sense
- mefhum
- sense
- {i} kanı
İşsizlik hakkında bir şey yapılması gerektiğine dair genel bir kanı vardır.
- There's a general sense that something should be done about unemployment.
Köpekbalıkları kanı algılayabilir.
- Sharks can sense blood.
- sense
- anlam mana
- sense
- sezgi
- sense
- {i} niyet
Tom'un yağmurdan dolayı içeri gelmeye niyeti yoktu.
- Tom didn't have the sense to come in out of the rain.
İyi niyetinden şüpheliyim.
- I doubt your good sense.
- sense
- (Askeri) KIYMETLENDİRME, ATIM KIYMETLENDİRMESİ: Bak. "sensing"
- sense
- sense percept
- sense
- {i} bilincinde olma
- sense
- duyumsamak
- tactical shelter system; target sensing system; timesharing system; time signal
- (Askeri) taktik sığınma sistemi; hedef algılama sistemi; zaman paylaşımlı sistem; zamanlı sinyal dizisi; trafik servisi istasyonu
- terrain sensing
- (Askeri) ARAZİYE GÖRE ATIM KIYMETLENDİRME: Gözetleyici hedef hattı üzerinde bulunmayan bir atımın, hedef civarındaki arazı hakkında bir bilgiye dayanılarak kıymetlendirmesi
- tracer sensing
- (Askeri) İZ GÖZETLEME İLE KIYMETLENDİRME: İz gözetlemesi yöntemi ile merminin hedefe göre bulunduğu yer hakkında yapılan kıymetlendirme