Yumi's hobby is singing popular songs.
- Yumi'nin hobisi popüler şarkılar söylemek.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
I felt quite relieved after I had said all I wanted to say.
- Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.
It is hard to say which car is nicer.
- Hangi arabanın daha güzel olduğu söylemek zordur.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
To tell the truth, this matter does not concern it at all.
- Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting.
- Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.
Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late.
- Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
To put it briefly, she turned down his proposal.
- Kısaca söylemek gerekirse, o, onun önerisini geri çevirdi.
To tell the truth, I don't like his way of talking.
- Doğruyu söylemek gerekirse, onun konuşma tarzından hoşlanmadım.
I don't use languages to talk and say nothing. I use them to serve humanity.
- Ben dilleri konuşmak ve bir şey söylemek için kullanmam. Ben onları insanlığa hizmet etmek için kullanırım.
Singing in the shower is one of his favorite things to do.
- Duşta şarkı söylemek onun yapacağı en sevdiği şeylerden biridir.
Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion.
- Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.
I don't have to say a word.
- Bir söz söylemek zorunda değilim.
If you don't mind, I'd like to say a few words.
- Sakıncası yoksa birkaç kelime söylemek istiyorum.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.
Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.
- Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma.
Generally speaking, boys can run faster than girls.
- Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler.
I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.
Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know?
- Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?
You don't have to tell me his name.
- Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.
To tell a lie is wrong.
- Yalan söylemek yanlıştır.
Telling lies is a very bad habit.
- Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.
What he said is true.
- Onun söylediği doğru.
I remember what he said.
- Onun ne söylediğini hatırlıyorum.
She told me that she had bought a CD.
- Bana bir CD aldığını söyledi.
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand.
- Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.
You don't have to tell me his name.
- Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.
He was unwilling to tell us his name.
- O, bize adını söylemek için isteksizdi.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
I carried on singing.
- Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.
It is possible to talk for a long time without saying anything.
- Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.
It goes without saying that smoking is bad for the health.
- Sigara içmenin sağlık için zararlı olduğunu söylemeye gerek yok.
I've got nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
Say it in another way.
- Onu başka bir şekilde söyle.
This is confidential, I can only tell him personally.
- Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.
I'm confident that Tom will do what he says he'll do.
- Tom'un yapacağını söylediği şeyi yapacağına eminim.
Tell me which of the two cameras is the better one.
- İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.
Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
He began by saying that he would not speak very long.
- O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.
He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning.
- O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I forgot to mention it to them.
- Bunu onlara söylemeyi unuttum.
If the truth be told, I can't say I ever really enjoyed going sightseeing anyway.
To tell the truth, I don't like him.
- Doğruyu söylemek gerekirse, onu sevmiyorum.
To tell the truth, I used to smoke two packs a day.
- Doğruyu söylemek gerekirse, günde iki paket sigara içerdim.