It is possible to talk for a long time without saying anything.
- Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.
It goes without saying that smoking is bad for the health.
- Sigara içmenin sağlık için zararlı olduğunu söylemeye gerek yok.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I forgot to mention it to you.
- Bunu sana söylemeyi unuttum.
What's wrong with telling Tom what happened?
- Tom'a ne olduğunu söylemenin nesi var?
I don't feel like telling her about it.
- Benim bu konuda ona canım bir şey söylemek istemiyor.
Suddenly, my mother started singing.
- Aniden, annem şarkı söylemeye başladı.
Ken kept on singing that song.
- Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.
Frankly speaking, I don't agree with you.
- Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
Strictly speaking, she didn't like it at all, but she didn't say a thing.
- Sıkı bir şekilde konuşulursa, o bundan hiç hoşlanmadı ama bir şey söylemedi.
Linda stood up to sing.
- Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.
Yumi's hobby is singing popular songs.
- Yumi'nin hobisi popüler şarkılar söylemek.
I felt quite relieved after I had said all I wanted to say.
- Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.
Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting.
- Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.
I want to tell you something important.
- Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
What he said is true.
- Onun söylediği doğru.
Bogdan said he would be there tomorrow.
- Bogdan, yarın orada olacağını söylemişti.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
He told me that his father was dead.
- O bana babasının öldüğünü söyledi.
My father told me not to read a book in my bed.
- Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.
Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting.
- Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.
Tom called to tell Mary that he'd be late.
- Tom geç kalacağını Mary'ye söylemek için aradı.
Frankly speaking, I don't agree with you.
- Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
Generally speaking, boys can run faster than girls.
- Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
We all felt embarrassed to sing a song in public.
- Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
To put it briefly, she turned down his proposal.
- Kısaca söylemek gerekirse, o, onun önerisini geri çevirdi.
I don't use languages to talk and say nothing. I use them to serve humanity.
- Ben dilleri konuşmak ve bir şey söylemek için kullanmam. Ben onları insanlığa hizmet etmek için kullanırım.
To tell the truth, I don't like his way of talking.
- Doğruyu söylemek gerekirse, onun konuşma tarzından hoşlanmadım.
I want to show you something.
- Size bir şey söylemek istiyorum.
Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion.
- Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.
Do you want to say a few words?
- Birkaç kelime söylemek ister misin?
If you don't mind, I'd like to say a few words.
- Sakıncası yoksa birkaç kelime söylemek istiyorum.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
Tom opened his mouth to say something.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.
Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.
Say it in another way.
- Onu başka bir şekilde söyle.
Some doctors say something to please their patients.
- Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
I told you that in confidence, so why did you tell Jane about it?
- Onu sana sır olarak söyledim, öyleyse niçin Jane'e ondan bahsettin?
He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married.
- O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.
Please tell me your address.
- Lütfen adresini bana söyle.
Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
He received a telegram saying that his mother had died.
- O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.
What you are saying does not make sense.
- Söylediğinin anlamı yok.
Tom told his son not to speak with his mouth full.
- Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi.
He opened his mouth as if to speak, but didn't say anything.
- Konuşacakmış gibi ağzını açtı ama hiçbir şey söylemedi.
Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know?
- Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?
He was unwilling to tell us his name.
- O, bize adını söylemek için isteksizdi.
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.
Tom had no qualms about lying.
- Tom yalan söylemekten hiçbir vicdan azabı çekmiyordu.
Tom accused Mary of lying through her teeth.
- Tom Mary'yi açık açık yalan söylemekle suçladı.
I like to sing songs.
- Şarkı söylemekten hoşlanıyorum.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.