Soccer is an old game.
 - Futbol eski bir oyundur.
Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it.
 - Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.
Resident Evil 4 is one of the best games I have ever played.
 - Resident Evil 4 şu ana kadar oynadığım en iyi oyunlardan biridir.
The playground is divided into three areas by white lines.
 - Oyun alanı, beyaz çizgiler tarafından üçe bölünmüş.
The game's outcome hangs on his performance.
 - Oyunun sonucu onun performansına bağlı.
Would you like to see a live performance of a play with me Saturday?
 - Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?
She is said to have been an actress about twenty years ago.
 - Onun yaklaşık yirmi yıldır bir oyuncu olduğu söyleniyor.
The actor was on the stage for most of the play.
 - Aktör oyunun büyük bölümünde sahnedeydi.
I believe it's all a hoax.
 - Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.
Jack played a dirty trick on me.
 - Jack bana kirli bir oyun oynadı.
It is no use trying to play a trick on me.
 - Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.
Jane has been acting in films since she was eleven.
 - On bir yaşından beri, Jane filmlerde oyunculuk yapıyor.
His acting left nothing to be desired.
 - Onun oyunculuğu mükemmeldi.
I am playing a browser game.
 - Bilgisayar oyunu oynuyorum.
Just then, the workers in the park brought over some small playing cards.
 - Tam o sırada parktaki işçiler bazı küçük oyun kartları getirdiler.
Climbing that mountain was a piece of cake.
 - O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.
That toy is selling like hot cakes.
 - O oyuncak çok satılıyor.
The toy seller was very friendly.
 - Oyuncak satıcısı çok samimiydi.
Stop playing pranks on me!
 - Bana oyun oynamayı kes!
A friend of mine showed me all the dolls he had bought abroad.
 - Arkadaşlarımdan biri yurt dışında aldığı bütün oyuncak bebekleri bana gösterdi.
Do you like game shows?
 - Oyun programlarından hoşlanıyor musun?
He knows many folk dances.
 - O birçok halk oyunu biliyor.
I enjoy playing doubles with Tom.
 - Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.
Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place.
 - Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.