o-zaman

listen to the pronunciation of o-zaman
Английский Язык - Турецкий язык

Определение o-zaman в Английский Язык Турецкий язык словарь

zaman makinesi
Time machine
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение o-zaman в Турецкий язык Турецкий язык словарь

tayy-i zaman
(Din) Tasavvufta bir kişinin yaşadığı zamanın dışına çıkabilmesi hali
zaman zaman
Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen
Английский Язык - Английский Язык

Определение o-zaman в Английский Язык Английский Язык словарь

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
ne zaman müsaitsiniz
when are you available
Турецкий язык - Английский Язык

Определение o-zaman в Турецкий язык Английский Язык словарь

zaman
date

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

Have a good time on your date. - Randevunda iyi zaman geçir.

her zaman
always

Mother always gets up early in the morning. - Anne her zaman sabahları erken kalkar.

You're always singing. - Her zaman şarkı söylüyorsun.

ne zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

şimdiki zaman
present

There is no heaven or hell. We can only live in the present. - Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.

All of us are connected with the past and the future as well as the present. - Hepimiz şimdiki zamanın yanı sıra geçmişle ve gelecekle bağlandık.

zaman
time

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

hiçbir zaman
never

There never was a good war nor a bad peace. - İyi bir savaş, ne de kötü bir barış hiçbir zaman olmadı.

I have never believed in wars. - Hiçbir zaman savaşlara inanmadım.

zaman
tense

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

zaman ayırabilmek
afford
zaman
moment

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

boş zaman
spare time

Father would often read detective stories in his spare time. - Babam boş zamanında sık sık polisiye hikayeler okur.

I translate sentences on Tatoeba in my spare time. - Boş zamanımda Tatoeba'da cümle çeviririm.

o zaman
then

I apologized, but even then she wouldn't speak to me. - Özür diledim fakat o zaman bile benimle konuşmadı.

Since then, a great deal of change has occurred in Japan. - O zamandan beri, Japonya'da büyük bir değişim oldu.

en güzel zaman
prime

He was cut down in his prime. - O, en güzel zamanında öldürüldü.

Tom is now in his prime. - Tom şu an en güzel zamanında.

her zaman olduğu gibi
as usual

You look very pretty, as usual. - Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.

Needless to say, Judy came late as usual. - Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
hour

Is it possible for you to come to the office an hour earlier than usual tomorrow? - Yarın her zamankinden bir saat daha erken ofise gelmen mümkün mü?

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

gelecek zaman eki
will
her ne zaman
whenever

Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea. - Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.

Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes. - Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.

zaman
cycle
geniş zaman
present tense

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

o zaman
at the time

Mr. Clinton was governor of Arkansas at the time. - Bay Clinton, o zamanlar Arkansas'ın valisiydi.

Tom claims he was drunk at the time. - Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.

zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
father time
zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
whilst
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

It rained heavily all day, during which time I stayed indoors. - Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

zaman
bout
zaman
geol. era
zaman ayırmak
allow time
zaman aşıldı
time is over
zaman aşımı
(Hukuk) prescription
zaman aşımı
negative prescription
zaman aşımı ile hak kazanmak
prescribe
zaman aşımı ile kazanılan hak
prescription
zaman aşımı ile kazanılan hak
positive prescription
zaman aşımı ile kazanılmış
prescriptive
zaman aşımı süresi
(Hukuk) expiry date
zaman aşımı süresinin uzaması
(Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
zaman aşımına uğramak
prescribe
zaman aşımına uğramak
lapse
zaman geçirmek
spend
zaman içinde
(deyim) in due course
zaman kaybı
leeway
zaman kaybını telâfi etmek
make up for lost time
zaman zaman
from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
zaman
season

When will the rainy season be over? - Yağışlı sezon ne zaman bitecek?

I wonder when the rainy season will end. - Yağışlı sezonun ne zaman biteceğini merak ediyorum.

zaman
sands
zaman
when

I wish you would shut the door when you go out. - Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

çoğu kez/zaman
usually
az zaman içinde
soon
dar (zaman)
short
dilim zaman
(Bilgisayar) slot
en iyi zaman
(Spor) the best time
erken zaman
(Askeri) early time
esnek zaman
flexible time
evvel zaman
formerly
gelecek zaman
(Dilbilim) the future tense
gerçek zaman
real-time
geç zaman
(Askeri) late time
her zaman
(deyim) for ever and a day
her zaman
in season and out of season
her zaman
e'er
her zaman
every time

This works every time. - Bu her zaman işe yarar.

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

her zaman
at any time

An accident may happen at any time. - Bir kaza her zaman olabilir.

An earthquake can happen at any time. - Bir deprem her zaman olabilir.

her zaman
forever

It feels like I've known you forever. - Seni her zaman tanıdım gibi geliyor.

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

hiç bir zaman
in no case
hiç bir zaman
not ever
hiç bir zaman
in no circumstances
huzur veren (zaman vb)
piping
ilerlemek (zaman/yaş)
get along
jeolojik zaman
(Coğrafya) geologic time
mekan ve zaman
space and time
modern zaman
modern-day
ne zaman
whenever

Come whenever you want. - Lütfen ne zaman istersen gel.

Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea. - Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.

ne zaman ... ise
whenever
ne zaman olduğuna bakmayarak
regardless when
ne zaman olduğuna bakmayarak
regardless of when
ne zaman olursa
at any time
o zaman ki
then
peki o zaman
well then
serbest zaman
(Askeri) leisure time
standart zaman
standard time
sıkıntılı zaman
rainy day
uzay ve zaman
space and time
uzay-zaman
(Biyokimya) continuum
uzun zaman önce
(Bilgisayar) long time ago
var (zaman)
time to
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
age

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano. - Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.

zaman
(Tıp) chrono-
zaman
occasion

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

zaman
duration
zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
times

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

zaman
epoch
zaman
space

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

I'm sick and tired of you always parking in my space. - Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.

zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
era
zaman
period

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman almak
take (time)
zaman almak
occupy
zaman ayarı
timer
zaman aşımı
time-out
zaman aşımı
(Askeri) status of limitations
zaman aşımı
lapse
zaman aşımı
(Bilgisayar) timeouts
zaman bazı
(Askeri) time base
zaman doldu
time is up
zaman dışı
time out
zaman farkı
time difference
zaman geçirmek
while away
zaman geçirmek
kill time
zaman geçirmek
spend time
zaman geçme
lapse
zaman kodu
(Bilgisayar) timecode
zaman planı
schedule
zaman uyumu
(Bilgisayar) synchronization
zaman üstü
timelessness
çok zaman önce
a long time ago
geniş zaman ortacı gram
present participle
zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
dığı zaman
when
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
geçmiş zaman
Dilbilgisi - Past tense
geçmiş zaman
Old times
her zaman
always, for ever, forever, evermore
her zaman gülümseyen, mütebessim
Always smiling, mütebessim
ne zaman gideceksin
when are you going to go
ne zaman gideceksin
when will you go
ne zaman gideceksin
when will you leave
uzun zaman içinde gerçekleşen
to take place over a period of timeto develop graduallygradual developmentslow progress/to progress slowly
zaman ayırma
time allocation
zaman ayırmak
Allow time, allocate time
zaman ayırmak
Allocate time
zaman harcama
waste time
zaman kaybetmeden
Without wasting time, not wasting time

Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.

zaman zaman
call me time to time

ara beni zaman zaman.

zaman zarfı
temporal adverb
geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
historical present
kesin zaman ve zaman aralığı
(Askeri) precise time and time interval
zaman zaman
from time to time, occasionally
zaman zaman
from time to time

I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time. - Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.

I meet him at the club from time to time. - Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.

zaman zaman
on and off

It was raining on and off all night long. - Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.

Tom and Mary have been dating on and off for a year. - Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.

zaman zaman
betweenwhiles
zaman zaman
in places
zaman zaman
betweentimes
zaman zaman
ever and anon
zaman zaman
now and again
zaman zaman
now and then

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

Tom hears from Mary every now and then. - Tom zaman zaman Mary'den haber alır.