I've brought you a little something.
- Sana küçük bir şey getirdim.
My little brother is watching television.
- Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
My room is very small.
- Benim odam çok küçük.
Image Viewer is an image viewing software. This software is a very small program. This software has basic functions only. This is translatable by Tatoeba Project users.
- Image Viewer bir resim görüntüleme yazılımıdır. Bu yazılım çok küçük bir programdır. Bu yazılımda sadece basit fonksiyonlar var. Bu, Tatoeba Project kullanıcıları tarafından çevrilebilir.
My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
- Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
I get depressed by the slightest things.
- En küçük şeylerden depresyona girerim.
When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
My DVD collection is absolutely miniscule.
- Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
A young child has a small vocabulary.
- Genç bir çocuğun küçük bir kelime haznesi vardır.
This little baby tore up a 10 dollar bill.
- Bu küçük bebek on dolarlık bir banknot yırttı.
Mary's baby is less than a month old.
- Mary'nin bebeği bir aydan daha küçük.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
Lucy's mother told her to take care of her younger sister.
- Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box.
- Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.
Tom took a tiny bite of Mary's donut.
- Tom Mary'nin gözlemesinden küçük bir lokma aldı.
He came from a tiny mountain town.
- Küçük bir dağ kasabasından geldi.
A woman friend of ours took a trip to a small town last week.
- Bizim bir bayan arkadaşımız, geçen hafta küçük bir kasabaya bir seyahat yaptı.
He was looking forward to spending the weekend with her in their little cottage in Somerset.
- Somerset'teki küçük yazlıklarında hafta sonunu onunla geçirmeye can atıyordu.
It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse.
- Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.
We should spend our time creating content for our website rather than wasting time worrying about minor cosmetic details.
- Küçük kozmetik detaylar hakkında endişelenerek zaman kaybetmektense web sitemiz için içerik yaratarak zamanımızı harcamalıyız.
The god of the Old Testament is a blood-thirsty tyrant — petty and vengeful.
- Eski Ahit tanrısı kana susamış, küçük ve intikamcı bir zorbadır.
I'm sick and tired of all the petty squabbling among politicians.
- Politikacılar arasındaki tüm küçük çekişmelerden bıktım.
She is five years junior to me.
- O benden beş yıl daha küçük.
He is haughty to his juniors.
- Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.
I want a compact car with an air conditioner.
- Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.
I'd like to rent a compact car.
- Küçük bir araba kiralamak istiyorum.
Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
- Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
The population of New York is smaller than that of Tokyo.
- New York'un nüfusu Tokyo'nunkinden daha küçüktür.
Lucy's mother told her to take care of her younger sister.
- Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
My younger brother is watching TV.
- Küçük erkek kardeşim TV izliyor.
An ångström is smaller than a nanometer.
- Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.
The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.
Mary has three infants.
- Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.
The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.
Tom grew up in a one-horse town.
- Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.
Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke.
- Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.
Her toy was broken by her little sister.
- Onun oyuncağı onun küçük kızkardeşi tarafından kırıldı.
My brother bought me a small toy.
- Erkek kardeşim bana küçük bir oyuncak satın aldı.
I'm fine. It's just a little cut.
- Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.