I have a friend waiting for me in front of the library.
- Kütüphanenin önünde beni bekleyen bir arkadaşım var.
There were some guests waiting in the drawing room.
- Çizim odasında bekleyen bazı misafirler vardı.
You can't expect me to always think of everything!
- Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.
The math homework proved to be easier than I had expected.
- Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.
Hold on a moment, please.
- Biraz bekleyin, lütfen.
Please hold on a moment.
- Lütfen biraz bekleyin.
Hang on a minute. I'll call Jimmy.
- Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.
Now, hang on a second.
- Şimdi, bir saniye bekle.
I'll wait here until she comes.
- O gelene kadar burada bekleyeceğim.
Carlos waited a moment.
- Carlos bir müddet bekledi.
The garden was larger than I had expected.
- Bahçe beklediğimden daha büyüktü.
Students are expected to stay away from dubious places.
- Öğrencilerin şüpheli yerlerden uzak kalması bekleniyor.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
Five patients were in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.
Waiting for a bus, I met my friend.
- Bir otobüs beklerken, arkadaşımla buluştum.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
Tom wasn't awaiting me.
- Tom beni beklemiyordu.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
I'll wait for him for an hour.
- Onu bir saat bekleyeceğim.
We can hardly wait for the party on Friday.
- Cuma günkü partiyi bekleyemeyiz.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
If we are to judge the future of ocean study by its past, we can surely look forward to many exciting discoveries.
- Okyanus araştırmasının geleceğini onun geçmişiyle tahmin edeceksek birçok heyecan verici keşifleri elbette dört gözle bekleriz.
Tom told me he had nothing to look forward to.
- Tom bana sabırsızlıkla beklediği bir şeyi olmadığını söyledi.