I'm not your errand boy.
- Ben senin ayakçın değilim.
He followed in his father's footsteps.
- O, babasının ayak izlerini takip etti.
The police couldn't find any footprints outside Tom's bedroom window.
- Polisler Tom'un yatak odası penceresinin dışında herhangi bir ayak izi bulamadılar.
Your feet are swollen because your shoes are too small.
- Ayakkabıların çok küçük olduğu için ayakların şişmiş.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
I don't want to step on Tom's toes.
- Tom'un ayak parmaklarına basmak istemiyorum.
Don't step on my toes.
- Ayak parmaklarıma basmayın.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
She sat down and crossed her legs.
- Oturdu ve ayak ayak üstüne attı.
Throw away the chairs whose legs are broken.
- Ayakları kırık sandalyeleri at.