Yalnız yaşamaya dayanamıyorum.
- Ich kann es nicht ertragen, alleine zu leben.
Güldüğünde dünya da seninle güler, ama ağladığında yalnız ağlarsın.
- Wenn du lachst, lacht die Welt mit dir, wenn du weinst, weinst du allein.
Ormanda yalnız başına yaşadı.
- He lived alone in the forest.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes walking alone.
Makine kendi kendine çalışır.
- The machine works by itself.
Sadece kapıyı kapamak için çekin. O kendi kendine kitlenecektir.
- Just pull the door shut. It'll lock by itself.
İş onun tarafından yalnız başına mı yapıldı.
- Was the work done by him alone?
Ormanda yalnız başına yaşadı.
- He lived alone in the forest.
Ben gidersem kimsesiz olacaksın.
- If I go, you'll be all alone.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Sadece yalnız bırakılmak istediler.
- They just wanted to be left alone.
O tek başına yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.
- Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
It took courage to sail across the Pacific single-handed.
- Es verlangte Mut, ganz alleine über den Pazifik zu segeln.
She did it single-handedly.
- Sie hat es ganz alleine gemacht.
The light went out by itself.
- Das Licht ging von alleine aus.
The candle went out by itself.
- Die Kerze ging von alleine aus.