Her eyes were red from crying.
 - Gözleri ağlamaktan kızarmıştı.
She does nothing but cry.
 - O, ağlamaktan başka bir şey yapmaz.
He did nothing but weep when he heard of his mother's death.
 - Annesinin ölümünü duyduğunda ağlamaktan başka bir şey yapmadı.
The poor little girl did nothing but weep.
 - Zavallı küçük kız ağlamaktan başka bir şey yapmadı.
I cannot hear such a story without weeping.
 - O tür bir hikayeyi ağlamadan dinleyemiyorum.
I found that there was a little girl sobbing.
 - Orada hıçkırarak ağlamakta olan bir kız çocuğuna rastladım.
She won't stop sobbing.
 - O hıçkırarak ağlamaktan vazgeçmeyecek.
The girl did nothing but cry.
 - Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
The baby stopped crying.
 - Bebek ağlamayı kesti.
He did nothing but weep when he heard of his mother's death.
 - Annesinin ölümünü duyduğunda ağlamaktan başka bir şey yapmadı.
As soon as she saw me, she began to weep.
 - O beni görür görmez ağlamaya başladı.
The girl did nothing but cry.
 - Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
The baby stopped crying.
 - Bebek ağlamayı kesti.
As soon as she saw me, she began to weep.
 - O beni görür görmez ağlamaya başladı.
She began to grumble and then to weep.
 - Söylenmeye ve ardından ağlamaya başladı.
There's no use crying and complaining. Try to be content with what you have.
 - Ağlamanın ve şikayet etmenin bir yararı yok. Sahip olduklarınla mutlu olmaya çalışın.
She asked him why he was crying.
 - Ona niçin ağladığını sordu.
The baby stopped crying.
 - Bebek ağlamayı kesti.
I was sad when she was weeping.
 - O ağlarken ben üzgündüm.
We were eating while weeping.
 - Ağlarken yemek yiyorduk.
She wept over her son's death.
 - Oğlunun ölümü üzerine ağladı.
He neither spoke nor wept, but went out in silence.
 - O, ne konuştu nede ağladı, sessizce dışarı çıktı.
John says when he dies he doesn't want anyone to cry for him.
 - John öldüğü zaman hiç kimsenin onun için ağlamasını istemediğini söylüyor.
I know that you still cry for me sometimes.
 - Ara sıra hâlâ benim için ağladığını biliyorum.