yalnız yalnız

listen to the pronunciation of yalnız yalnız
Turkish - English

Definition of yalnız yalnız in Turkish English dictionary

yalnız
lonesome

Lonesome George was the last giant tortoise of his kind. - Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.

The Galapagos Islands giant tortoise known as Lonesome George is dead. - Yalnız George olarak bilinen Galapagos Adalarının dev kaplumbağası öldü.

yalnız
alone

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

She is used to living alone. - Yalnız yaşamaya alışkın.

yalnız
lonely

This city is cold and lonely without you. - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

yalnız yaşayan
solitary

Aardvarks are solitary animals. - Yerdomuzları yalnız yaşayan hayvanlardır.

yalnız
sole

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

Mary was lonely because the other students didn't talk to her. - Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.

She always comforted herself with music when she was lonely. - O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.

yalnız
merely

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
private
yalnız
single

Tom remained single his whole life. - Tom bütün hayatı boyunca yalnız kaldı.

That's why you're still single. - Bu yüzden hala yalnızsın.

yalnız kalmak
stand alone
yalnız
isolated

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

yalnız ve yalnız
if and only if (logic) : is equivalent to; implies and is implied by; is true and false in the same cases as. - "A rectangle is a rhombus if and only if all four of its sides have the same lengths."only if/only when/only : - "Call me only if your cold gets worse."
beni yalnız bırak
Leave me alone
bir antlaşmanın yalnız taraf olanlar arasında hüküm ifade etmesi
(Hukuk) res inter alios acta
yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
solitarily
yalnız
solitary

She likes to go for solitary walks. - O, yalnız başına yürüyüşe çıkmayı sever.

She led a solitary life. - O yalnız bir hayat sürdü.

yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
unaccompanied
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

You're not going there by yourself, are you? - Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?

I'm not letting you go by yourself. - Yalnız gitmene izin vermiyorum.

yalnız
exclusively
yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

Please just leave me alone. I want to think. - Lütfen sadece beni yalnız bırak. Düşünmek istiyorum.

They just wanted to be left alone. - Sadece yalnız bırakılmak istediler.

yalnız
single handed
yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
only

Only a few people showed up on time. - Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.

I only study in the library. - Yalnızca kütüphanede çalışırım.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız akıl ile algılanan şey
thing in itself
yalnız başına
alone

He had breakfast all alone. - O yalnız başına kahvaltı yaptı.

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

yalnız başına
1. alone, by oneself. 2. single-handed, single-handedly
yalnız başına
single handed
yalnız başına
by himself
yalnız bu nedenle
ipso facto
yalnız bu sebeple
(Hukuk) ipso facto
yalnız bırakmak
to leave (someone) alone, leave (someone) on his/her own
yalnız bırakmak
leave smb. to oneself
yalnız bırakmak
leave alone
yalnız erkekler için
stag
yalnız gitmek
(erkek) stag
yalnız hapsedilme
solitary confinement
yalnız hasta tarafından algılanan
subjective
yalnız ikimiz
just the two of us
yalnız kadın
doe
yalnız kalma korkusu
monophobia
yalnız kalmak istiyorum
I want to be alone
yalnız kimse
singleton
yalnız meyve yiyen kimse
fruitarian
yalnız olarak
solitarily
yalnız tarafları bağlayan
(Hukuk) inter partes
yalnız uçuş
solo
yalnız yaşamak
to live alone, to lead a solitary life
yalnız yaşayan kimse
loner
yalnız yaşayan kimse
hermit
yalnız yaşayan kız
bachelor girl
Turkish - Turkish

Definition of yalnız yalnız in Turkish Turkish dictionary

yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak
yalnız başına
Kendi kendine, bir kendisi, tek başına