yaşlandırma

listen to the pronunciation of yaşlandırma
Turkish - English
ageing
aging
dating
yaş
age

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

Because of his age, my grandfather doesn't hear well. - Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.

yaş
wet

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yaşlandırma aygıtı
ageing apparatus
yapay yaşlandırma
artificial aging
yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father is only fifteen years old. - Benim babam sadece on beş yaşında.

I learned to play guitar when I was ten years old. - On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.

yaş
fresh

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

Such fishes as carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaşlandırmak
(İnşaat) aging
yaş
new

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

yaş
in age
yaşlandırmak
to aging
suni yaşlandırma
(Havacılık) artificial ageing
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlandırmak
to cause (someone, something) to grow old, age
yaşlandırmak
age
yaşlandırmak
to age