O tür bir hikayeyi ağlamadan dinleyemiyorum.
 - I cannot hear such a story without weeping.
Eğlence parkında kendi kendine ağlayan bir erkek çocuk buldu, ve onunla kibarca konuştu. Hey, evlat, Sorun nedir? Kayboldun mu? Seni kayıp çocuklar bölümüne götürmemi ister misin?
 - In the amusement park Mary found a boy on his own weeping, and spoke to him gently. Hey, sonny, what is it? Are you lost? Would you like me to take you to the Lost Children Department?
O tür bir hikayeyi ağlamadan dinleyemiyorum.
 - I cannot hear such a story without weeping.
Ağlarken yemek yiyorduk.
 - We were eating while weeping.
Annem, ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
 - My mother did nothing but weep.
Annesinin ölümünü duyduğunda ağlamaktan başka bir şey yapmadı.
 - He did nothing but weep when he heard of his mother's death.
Annem, ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
 - My mother did nothing but weep.
O beni görür görmez ağlamaya başladı.
 - As soon as she saw me, she began to weep.
Annem, ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
 - My mother did nothing but weep.
Söylenmeye ve ardından ağlamaya başladı.
 - She began to grumble and then to weep.