You must make up for lost time.
- Kaybedilen zamanı telafi etmen gerekir.
You must remove your shoes before entering a house.
- Eve girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekir.
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand.
- Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.
My clock needs to be fixed.
- Saatimin onarılması gerekiyor.
Tom was uncertain whether or not he should tell Mary.
- Tom Mary'ye söyleyip söylememesi gerektiğinden emin değildi.
Tom is having trouble deciding whether or not he really needs to go.
- Tom gerçekten gitmesinin gerekip gerekmediğine karar vermekte sorun yaşıyor.
I demanded that he should pay.
- Onun ödemesi gerektiğini iddia ettim.
This problem demands immediate attention.
- Bu soruna hemen dikkat edilmesi gerekir.
Tom didn't want to spend any more time than necessary in Boston.
- Tom Boston'da gerektiğinden daha fazla zaman geçirmek istemedi.
Your shoes want mending.
- Ayakkabılarının tamir edilmesi gerekiyor.
That's nothing you need to concern yourself with.
- Bu kendinizi endişelendirmenizi gereken bir şey değil.
The existing law concerning car accidents requires amending.
- Araba kazaları ile ilgili mevcut yasa değişiklikler gerektirir.
You ought to see a dentist.
- Bir diş hekimini ziyaret etmen gerekiyor.
You ought to be on time if you start now.
- Eğer şimdi başlarsan vaktinde varman gerekir.
In my opinion, happiness has a few fundamental requirements.
- Bana göre, mutluluğun birkaç temel gereksinimi var.
Our college won't admit Tom until he meets all the requirements.
- Bizim üniversite bütün gereksinimleri karşılayıncaya kadar Tom'u kabul etmeyecek.
You're required to help them.
- Ona yardım etmen gerek.
All passengers are required to show their tickets.
- Tüm yolcuların biletlerini göstermeleri gerekir.
It is necessary that every member observe these rules.
- Her üyenin bu kurallara uyması gereklidir.
I find it necessary to be able to say what I feel.
- Ne hissettiğimi söyleyebilmeyi gerekli buluyorum.
We understand the necessity of studying.
- Eğitimin gerekliliğini anlıyoruz.
In the United States the automobile is a necessity and not a luxury.
- Amerika Birleşik Devletleri'nde otomobil bir lüks değil, bir gerekliliktir.
This will come in handy in a pinch.
- Bu gerektiğinde işe yarayacak.
You'll get used to living alone in a pinch.
- Gerektiğinde yalnız yaşamaya alışacaksın.
Bu yalnızca biraz istikrar icap ettirir.
- Bu sadece biraz kararlılık gerektirir.