As a boy, I used to lie on my back on the grass and look at white clouds.
 - Çocukken çimin üstünde sırtüstü uzanır beyaz bulutlara bakardım.
Look at that mountain which is covered with snow.
 - Karlarla örtülü şu dağa bak.
Look into that, would you?
 - Onun içine bak, ne dersin?
Look in the mirror, pal.
 - Aynaya bir bak dostum.
Lucy's mother told her to look after her younger sister.
 - Lucy'nin annesi ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
You should look after the children from time to time.
 - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
She looked at me and smiled.
 - O bana baktı ve gülümsedi.
Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
 - Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
Seen at a distance, the rock looked like a human face.
 - Uzaktan bakıldığında, kaya, bir insan yüzü gibi görünüyordu.
She has an absent look on her face.
 - Yüzünde dalgın bir bakışı vardı.
Let me have a look at your video camera.
 - Video kamerana bir bakayım.