She left me standing there for two hours.
- O iki saat boyunca beni orada ayakta bıraktı.
The bus was so crowded that I was kept standing all the way to the station.
- Otobüs o kadar kalabalıktı ki istasyona kadar ayakta tutuldum.
She stood silently, her head tilted slightly to one side.
- Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
I stood waiting for a bus.
- Otobüs beklerken ayakta durdum.
Big changes are afoot.
- Büyük değişiklikler ayakta.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
He followed in his father's footsteps.
- O, babasının ayak izlerini takip etti.
There are footprints of a cat on the table.
- Masanın üstünde bir kedinin ayak izleri var.
There is no sense in standing when there are seats available.
- Koltuklar müsaitken ayakta durmanın anlamı yok.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
Since the train was very crowded, I had to stand all the way to Ueno.
- Tren çok kalabalık olduğu için Uone'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
She had to stand in the train.
- O, trende ayakta durmak zorundaydı.
After her glamorous performance , she received a standing ovation.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
Don't step on my toes.
- Ayak parmaklarıma basmayın.
I don't want to step on Tom's toes.
- Tom'un ayak parmaklarına basmak istemiyorum.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
It's really difficult to survive in a big city like Tokyo without endebting oneself.
- Borca girmeden Tokyo gibi büyük bir şehirde ayakta kalmak zor.
Small businesses will have to tighten their belts to survive.
- Küçük işletmeler ayakta kalmak için kemerlerini sıkacaklar.
She left me standing there for two hours.
- O iki saat boyunca beni orada ayakta bıraktı.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
My hands and legs are swollen.
- Benim ellerim ve ayaklarım şişti.
She sat down and crossed her legs.
- Oturdu ve ayak ayak üstüne attı.