I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
She left me standing there for two hours.
- O iki saat boyunca beni orada ayakta bıraktı.
I stood waiting for a bus.
- Otobüs beklerken ayakta durdum.
We stood looking at the beautiful scenery.
- Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.
Big changes are afoot.
- Büyük değişiklikler ayakta.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
She had to stand in the train.
- O, trende ayakta durmak zorundaydı.
Football originally meant a game played with a ball on foot - unlike a game played on horseback, such as polo.
- Polo gibi at sırtında oynanılan bir oyunun aksine futbol aslında ayakla oynanılan bir top oyunu demekti.
He followed in his father's footsteps.
- O, babasının ayak izlerini takip etti.
I'm just tired of standing up.
- Sadece ayakta durmaktan usandım.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
She had to stand in the train.
- O, trende ayakta durmak zorundaydı.
Since the train was very crowded, I had to stand all the way to Ueno.
- Tren çok kalabalık olduğu için Uone'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
After her glamorous performance , she received a standing ovation.
The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't.
- Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
They stepped on board the airplane.
- Onlar uçağa ayak bastılar.
Tom did step on a lot of toes.
- Tom birçok ayak parmağına bastı.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
Small businesses will have to tighten their belts to survive.
- Küçük işletmeler ayakta kalmak için kemerlerini sıkacaklar.
It's really difficult to survive in a big city like Tokyo without endebting oneself.
- Borca girmeden Tokyo gibi büyük bir şehirde ayakta kalmak zor.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
My hands and legs are swollen.
- Benim ellerim ve ayaklarım şişti.
Throw away the chairs whose legs are broken.
- Ayakları kırık sandalyeleri at.