şey!

listen to the pronunciation of şey!
Turkish - English
stuff

The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate. - Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.

Get this stuff out of here. - Bu şeyi buradan çıkarın.

{i} thing

I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do. - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.

We talked about various things. - Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.

article

There are a variety of articles in her purse. - Çantasında çeşitli şeyler var.

This article reminds me of something I saw on TV. - Bu makale bana TV'de gördüğüm bir şeyi hatırlatıyor.

{i} matter

Do you have anything to say with regard to this matter? - Bu konu ile ilgili olarak söyleyeceğin bir şey var mı?

It is no laughing matter that he couldn't graduate from university this year. - Onun bu yıl üniversiteden mezun olamaması gülünecek bir şey değil.

chose

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

entity
{i} doing

Today I just feel like staying at home and doing nothing. - Canım bügün evde kalmak ve bir şey yapmamak istiyor.

I asked Tom to do the same thing that Mary was doing. - Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.

{i} concern

Tom seems to be very concerned about something. - Tom bir şey hakkında çok endişeli görünüyor.

It's no concern of mine. - O, beni ilgilendiren bir şey değil.

gizmo
aggregate
gimmick
hickey
thingumabob
business

Find out all you can about Tom's business. - Tom'un işi hakkında öğrenebildiğin her şeyi öğren.

Spies make it their business to know things that you don't want them to know. - Casuslar senin onların bilmesini istemediğin şeyleri bilmek için işlerini yaparlar.

dingus
doohickey
the thing is
in thing
well

Everything is well with us. - Bizimle her şey iyidir.

He intimated that all is not well in his marriage. - O, evliliğinde her şeyin iyi olmadığını ima etti.

thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
object

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

thingummy
doings
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
lark
doodad
thingumajig
whosit
picayune
backbone
{i} res
contraption
aught
plummet
thingamajig
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) BAZİL
(Osmanlı Dönemi) SÜMM
(Osmanlı Dönemi) HURS
(Osmanlı Dönemi) HİLBİSE
(Osmanlı Dönemi) FÜVFE
(Osmanlı Dönemi) MA'NE
(Osmanlı Dönemi) KUZA'MELE
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
Nesne, madde
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
(Osmanlı Dönemi) KAZAM