Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
 - His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
 - In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
 - He used to eat out every day, but now he can't afford it.
Tüm modeller yanlış, ancak bazıları yararlı.
 - All models are wrong, but some are useful.
Biz Pazar hariç her gün çalışırız.
 - We work every day but Sunday.
Tom mutfak lavabosu hariç her şeyi paketlemiş gibi görünüyor.
 - Tom seems to have packed everything but the kitchen sink.
Büyük bedenimiz var, ama o renk mevcut değil.
 - We have the extra-large size, but not in that color.
O genç ama deneyimli.
 - He is young, but experienced.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
 - Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Jack, Mary'nin Tom'u kendi elleriyle öldürmesini istedi ama Mary henüz hazır olmadığını söyleyerek itiraz etti.
 - Jack wanted Mary to kill Tom with her own hands, but Mary objected saying she was not ready yet.
İtiraz edebilirdim ama etmedim.
 - I could have objected, but didn't.
Yani onlardan biri gitmek zorunda. Ama hangi biri?
 - That means one of them will have to go. But which one?
Tom ve Mary'nin yaklaşık 20 tane çocukları var, yani onlar kesin sayısı konusunda tam olarak emin değiller.
 - Tom and Mary have about 20 children, but they're not quite sure of the exact number.
Tavsiyem olmasaydı, başarısız olurdun.
 - But for my advice, you would have failed.
Harita olmasaydı yolu bulamazdık.
 - But for the map, we could not have found the way.
Onun bazı hataları var ama buna rağmen ben onu seviyorum.
 - He has some faults, but I like him none the less.
Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
 - His story may sound false, but it is true for all that.
Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
 - The girl did nothing but cry.
Bu şakadan başka bir şey değildi.
 - It was nothing but a joke.
Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
 - Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.
 - Mariko studied not only English but also German.