She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
Lonesome George was the last giant tortoise of his kind.
- Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.
Lonesome George passed away.
- Yalnız George vefat etti.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Only a few people showed up on time.
- Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
Did you do your homework? The meeting is only two days away.
- Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
I like a solitary walk.
- Yalnız yürümeyi severim.
She led a solitary life.
- O yalnız bir hayat sürdü.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
He remained single till the end of his day.
- O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.
Mary is a single mom.
- Mary yalnız bir anne.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
I'm not letting you go by yourself.
- Yalnız gitmene izin vermiyorum.
Did you study by yourself?
- Eğitimi yalnız mı yaptınız?
Please just leave me alone. I want to think.
- Lütfen sadece beni yalnız bırak. Düşünmek istiyorum.
This just has to be his umbrella.
- Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
Mariko studied not only English but also German.
- Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.
Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
- Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.