O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
- I can't spend the rest of my life living with Tom.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Onlar geçinmeyi zor buldu.
- They found it difficult to earn a living.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching English.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.