requiring a lot of effort to do or understand

listen to the pronunciation of requiring a lot of effort to do or understand
الإنجليزية - التركية

تعريف requiring a lot of effort to do or understand في الإنجليزية التركية القاموس.

a lot of
birçok

Yolda birçok hayvan gördü. - She saw a lot of animals on the road.

Birçok müşteri danışma için avukata gelirler. - A lot of clients come to the lawyer for advice.

hard
{s} çetin

Tom her zaman iş başında çetin. - Tom is always hard at work.

Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir. - Tom is one of our hardest workers.

hard
{s} katı

Ben yumurtayı katı kaynattım. - I hard-boiled an egg.

Yumurtamı katı kaynat lütfen. - Boil my eggs hard, please.

hard
{s} zor

Yaşlı adam duymakta zorlanıyor. - The old man was hard of hearing.

Bu benim için çok zordu. - It's too hard for me.

hard
büyük bir gayretle
a lot of
sürüsüne bereket
a lot of
bini bir paraya
hard
aşırı ölçüde
hard
güçlükle

Tom güçlükle yürüyebiliyordu. - Tom could hardly walk.

Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir. - Some stars are hardly visible to the naked eye.

hard
tıkız
hard
acımasız

O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim. - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.

Kader bana acımasız bir ders verdi. - Fate taught me a hard lesson.

a lot of
bir dünya
a lot of
külli
a lot of
çok

Onun ne de çok kitabı var! - What a lot of books he has!

Açılış törenine çok misafir davet etmeyi planlıyorum. - I plan to invite a lot of guests to the opening ceremony.

a lot of
niçe-niçe
a lot of
kârlı
hard
çok miktarda
hard
zalim
hard
çok

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder. - Praise stimulates students to work hard.

hard
büyük gayretle
hard
merhametsiz
a lot of
bir çok

Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı. - Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.

Son zamanlarda, uzaktan eğitim hakkında bir çok konuşma vardı. - Recently, there's been a lot of talk about distance education.

a lot of
çok/pek çok (şey): She bought a lot of books. Çok kitap aldı
hard
{s} güç, zor, çetin
hard
{s} şiddetli, sert; çok
hard
büyük

O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor. - He works hard to support his large family.

O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı. - He worked hard to support a large family.

hard
{s} şiddetli

Dün şiddetli kar yağdı. - It snowed hard yesterday.

Şiddetli yağmur yağmaya başladı. - It began raining hard.

hard
zorla

Hayat bu günlerde zorlaşıyor. - Life is getting hard these days.

Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor. - Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.

hard
yakın

Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok. - Tom has hardly any close friends.

Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi. - Hardly anyone has seen this animal up close.

hard
{s} ağır

Kendini ağırdan satan kızlardan hoşlanmam. - I don't like girls who play hard to get.

Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu. - Tom pretended to be hard of hearing.

الإنجليزية - الإنجليزية
hard
A lot of
gobs of

He wants to make gobs of money selling cassettes.

a lot of
very much, very many
requiring a lot of effort to do or understand

    الواصلة

    re·quir·ing a Lot of ef·fort to do or un·der·stand

    التركية النطق

    rikwayrîng ı lôt ıv efırt tı du ır ʌndırständ

    النطق

    /rēˈkwīrəɴɢ ə ˈlôt əv ˈefərt tə ˈdo͞o ər ˌəndərˈstand/ /riːˈkwaɪrɪŋ ə ˈlɔːt əv ˈɛfɜrt tə ˈduː ɜr ˌʌndɜrˈstænd/
المفضلات