Babamın borcunu ödemekten berat edildim.
- I was absolved from paying my father's debt.
ABD'de, insanların nakit ödeme yerine bir çek yazmaları yaygındır.
- In the U.S., it is common for people to write a check instead of paying cash.
Eğer gerekliyse, özel bir ücret ödemeye hiçbir itirazım olmaz.
- If necessary, I have no objection to paying a special fee.
Gerekirse özel bir ücret ödeme konusunda herhangi bir itirazım yok.
- I have no objection to paying a special fee if it is necessary.
Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
- Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
Tom arabasını yanlış yere park ettiği için ceza ödemek zorunda kaldı.
- Tom had to pay a fine because he parked in the wrong place.
Faturayı ödemediği için suyu kestiler.
- They shut his water off because he didn't pay the bill.
O kadar fazla ödemeye param yetmez.
- I cannot afford to pay so much.
Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.
- Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work.
Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
- Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
Tom'la ilgilenmekten vazgeçtim.
- I stopped paying attention to Tom.
Ben kumar için biçilmiş kaftan değilim. Belki sadece şanssızım fakat maaşım için çalışmak daha emin bir şeydir.
- I'm not cut out for gambling. Maybe I'm just unlucky, but working for my pay is more of a sure thing.
Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
- Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
Tom'un söylediklerine dikkat etmek zorunda değilsiniz.
- You don't have to pay attention to what Tom says.
Size söyledim, bacaklarınıza ve ayaklarınıza dikkat etmek zorundaydınız.
- I told you you had to pay attention to your legs and feet.
Faturayı ödemediği için suyu kestiler.
- They shut his water off because he didn't pay the bill.
Onun için ne kadar ödedin?
- How much did you pay for him?
Kirasını ödeyebilsin diye Tom'a parayı ödünç vermek zorunda kaldım.
- I had to lend Tom money so he could pay his rent.
Benim evimde partiler vermek istiyorsanız, daha sonra her şeyi temizleyin ve bir şey kırmayın, ya da zarar için ödeme yapın.
- If you want to have parties in my house, clean up everything afterwards, and don't break anything, or else pay for the damage.
Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
- I don't want to pay through the nose for a hotel room.
Özgürlük için bedel ödenmeli.
- One must pay for freedom.
Birisi bedeli ödemek zorunda.
- Someone has to pay the price.
He paid for his fun in the sun with a terrible sunburn.
It didn't pay him to keep the store open any more.
Many employers have rules designed to keep employees from comparing their pays.
He was allowed to go as soon as he paid.
Personal life of Larry Ewing was shared in a website.
- Bir web sayfasında, Larry Ewing'in özel hayatı paylaşıldı.
The children shared a pizza after school.
- Çocuklar okuldan sonra bir pizzayı paylaştılar.
He has not paid his portion of the rent.
- O, kira payını ödemedi.
The bank has raised its dividend by 20%.
- Banka, kar payını % 20 oranında yükseltti.
The Recruit scandal is a corruption scandal concerning public officials and politicians who accepted as bribes undisclosed shares from the RecruitCoscom company. The shares had been rising steadily.
- Acemi asker skandalı kamu görevlilerini ve rüşvet olarak RecruitCoscom'dan gizli payları alan politikacıları ilgilendiren bir rüşvet skandalıdır. Hisseler sürekli yükseliyordu.
I share your concern.
- Ben endişeni paylaşıyorum.
You always take the lion's share!
- Aslan payını hep sen alıyorsun!
We left a margin for error in our estimates.
- Tahminlerimizde hata payı bıraktık.
The distributors are asking for an exceptional margin.
- Dağıtıcılar olağanüstü bir pay istiyorlar.
Tom and Mary split a bottle of red wine after dinner.
- Tom ve Mary akşam yemeğinden sonra bir şişe kırmızı şarabı paylaştı.
I agreed to split the bill with Tom.
- Faturayı Tom'la paylaşmayı kabul ettim.
Our problems must be dealt with through partnership; progress must be shared.
- Bizim sorunlarımız ortaklık ile ele alınmalıdır; ilerleme paylaşılmalıdır.
Tom, Mary and John shared the cost of the party.
- Tom, Mary ve John Partinin maliyetini paylaştılar.
Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
- Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
Do you share common interests?
- Ortak çıkarları paylaşıyor musunuz?
... secretary shouldn't be paying a lower tax rate ...
... pay, paying more taxes. That's how we get growth and how we balance the budget. But ...