iyilikçi

listen to the pronunciation of iyilikçi
التركية - الإنجليزية
benevolent, philanthropic, beneficient
kind
benevolent
beneficient
beneficent
benefactor
iyi
decent

Tom got a decent grade on the test he took last week. - Tom geçen hafta girdiği sınavda iyi bir not aldı.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

iyi
well

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

iyi
{s} good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

He is no good as a doctor. - Doktor olarak iyi değil.

iyi
fine

He became the finest actor on the American stage. - O, Amerikan sahnesinde en iyi aktör oldu.

Are you OK? I'm fine! - “İyi misin?” “Ben iyiyim!”

iyi
{s} kind

I'll never forget your kindness as long as I live. - İyiliğini yaşadığım sürece unutmayacağım.

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

iyi
{s} just

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

iyi
all right

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

iyi
{s} alright

Don't worry, mom. I'll be alright! - Merak etme, anne. Ben iyi olacağım!

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

iyi
comfortable

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

Good health is a great blessing. - İyi sağlık büyük bir nimettir.

iyi
{i} B
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

Nakido is better than Twitter. - Nakido, Twitter'dan daha iyidir.

A laptop is better than a desktop. - Bir dizüstü, bir masaüstünden daha iyidir.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

In my opinion, a well-designed website shouldn't require horizontal scrolling. - Bence, iyi tasarlanmış bir web sitesi yatay kaydırma gerektirmemeli.

Hoover was well-known to Americans. - Hoover, Amerikalılar için iyi tanınmış biriydi.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Happy is a man who marries a good wife. - İyi bir eş ile evlenen bir adam mutludur.

I decided to be happy because it's good for my health. - Mutlu olmaya karar verdim çünkü sağlığım için iyi.

iyi
likely

You know as well as I do that that isn't likely to happen. - Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.

Tom said that he thought the economy was likely to get better. - Tom ekonominin muhtemelen iyileşeceğini düşündüğünü söyledi.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

Mr Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom did fairly well on the test he took yesterday. - Tom dün girdiği sınavda oldukça iyi yaptı.

Tom is a fairly decent golfer. - Tom oldukça iyi bir golfçüdür.

iyi
o.k
iyi
nice

She's a really nice girl. - O gerçekten iyi bir kız.

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

iyi
pretty

Tom can speak French pretty well. - Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşabilir.

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

Tom didn't do well enough on the driver's test to get a driver's license. - Tom sürücü belgesini almak için sürücü testinde yeterince iyi yapamadı.

I know it well enough. - Ben onu yeterince iyi tanıyorum.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

It sounds pretty good. - O, oldukça iyi görünüyor.

iyi
okay

Tom did okay on the test. - Tom sınavda iyi yaptı.

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

iyi
OK, OK
iyi
agree

Oysters don't agree with me. - İstiridye bana iyi gelmiyor.

The climate here doesn't agree with me. - Buradaki iklim bana iyi gelmiyor.

iyi
dandy
iyi
handsome

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

He is a good boy, and what is better, very handsome. - O iyi bir çocuk ve daha da iyisi, çok yakışıklı.

iyi
bonzer
iyi
whole

Swimming is good exercise for the whole body. - Yüzme vücudun bütünü için iyi bir egzersizdir.

As a whole, the plan seems to be good. - Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
التركية - التركية
Herkesin iyiliğini isteyen, herkese iyilik etmesini seven, hayırhah, hayırsever
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
iyilikçi
المفضلات