içini

listen to the pronunciation of içini
التركية - الإنجليزية

تعريف içini في التركية الإنجليزية القاموس.

interior

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

{s} domestic

The Government's domestic policy was announced. - Hükümetin iç politikası açıklandı.

Do you have a cheap flight ticket on a domestic line? - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?

inner

Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet. - Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

The ministry administers the internal affairs. - Bakanlık iç işlerini yönetir.

içini rahatlatmak
relieve
içini kaplamak
invade
içini dökmek
(deyim) lay bare
içini dökmek
make a clean breast
içini dökmek
pour out
içini dökmek
(deyim) make a clean breast of
içini çekmek
heave a sigh
içini açmak
to bare one's soul (to sb), to bare one's heart (to sb)
içini açmak
lay open
içini açmak
1. to pour out one's troubles (to), unburden oneself (to). 2. to make one's feelings clear to (someone who has annoyed or angered one). 3. to cheer (someone) up, gladden (someone), gladden (someone's) heart, lift (someone's) spirits: Bu haber Nefise'nin içini açtı. This news gladdened Nefise's heart
içini bayıltmak
to cloy
içini bayıltmak
1. (for an over-sweet food) to make (one) feel sick. 2. to exasperate (someone) (by talking too much or dillydallying)
içini bir kurt yemek/kemirmek
for a doubt to nag one
içini boşaltmak
empty
içini boşaltmak
relieve one's feelings
içini boşaltmak
disburden
içini boşaltmak
1. to blow one's stack. 2. to pour out one's troubles (to)
içini boşaltmak
discharge oneself
içini boşaltmak
to unburden one's heart
içini daraltmak
to oppress
içini doldurmak
stuff
içini dökme
outpouring
içini dökme
effusiveness
içini dökme
effusion
içini dökme
outpour
içini dökmek
unbosom oneself
içini dökmek
unburden one's heart
içini dökmek
communicate
içini dökmek
to pour out one's troubles (to), unburden oneself (to)
içini dökmek
to pour out one's heart, to get sth off one's chest
içini dökmek
unburden oneself
içini döküp rahatlamak
let off steam
içini dışına çevirme
eversion
içini dışına çevirmek
turn out
içini dışına çevirmek
evert
içini dışına çevirmek
evaginate
içini gıcıklamak
to titillate
içini karartmak
give one the heebie jeebies
içini karartmak
to depress
içini kemiren şey
worm
içini okumak
rumble
içini oymak
scoop out
içini rahatlatma
reassurance
içini rahatlatmak
reprieve
içini sıkmak
hip
içini tahrip etmek
gut
içini temizleme
evisceration
içini temizlemek
eviscerate
içini temizlemek
disembowel
içini çekmek
to sigh
içini çıkarmak
empty
içini çıkarmak
gut
içi içini yemek
to fret about
{i} inside

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

intrinsic
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The doctor used X-rays to examine my stomach. - Doktor midemi incelemek için X-ışınları kullandı.

Drinking on an empty stomach is bad for your health. - Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.

indoor

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

quaff
{f} drinking

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

drank

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

içini dökmek
talk one's way out of
stuffing
bowels
İçini dökmek
get something off one's chest
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

It prevented a civil war. - Bu bir iç savaş engelledi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She is embarrassed to breastfeed in public. - O, halk içinde emzirmeye utanıyor.

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içini dökmek
complain
içini dökmek
let one's hair down
içini dökmek
open one's heart
içini dökmek
get smth. off one's chest
içini dökmek
bare one's heart
içini dökmek
open oneself
içini dökmek
pour out one's heart
vücut içini gösteren alet
endoscope
التركية - التركية

تعريف içini في التركية التركية القاموس.

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR