تعريف dış في التركية الإنجليزية القاموس.
- exterior
- outer
Between the inner and outer planets is an asteroid belt.
- İç ve dış gezegenler arasında bir asteroit kuşağı vardır.
Is there life in outer space?
- Dış uzayda yaşam var mı?
- external
Speech is external thought, and thought internal speech.
- Konuşma dış düşünce ve düşünce iç konuşmadır.
That politician is well versed in internal and external conditions.
- O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.
- extrinsic
- outward
A ghost is an outward and visible sign of an inward fear.
- Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.
Sami's body had no outward sign of visible trauma.
- Sami'nin cesedinde hiçbir görünür dış travma işareti yoktu.
- foreign
He is well versed in foreign affairs.
- O dışişlerinde iyi deneyimlidir.
The Foreign Minister was a puppet.
- Dışişleri Bakanı bir kuklaydı.
- outer appearance; outer covering
- out
I'm going to go out this afternoon.
- Bu öğleden sonra dışarıya çıkacağım.
I wish you would shut the door when you go out.
- Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.
- superficial
- salient
- external, outer
- offshore
- outside, exterior; outer; external; foreign
- outside
Innovators think outside the box.
- Yenilikçiler televizyonun dışında düşünüyorlar.
Outside of him, no one else came to the party.
- Onun dışında, başka hiç kimse partiye gelmedi.
- ecto
Despite medical advances, ectopic pregnancy remains a significant cause of maternal mortality worldwide.
- Tıbbi gelişmelere karşın dış gebelik, dünya çapındaki anne ölümlerinin önemli bir nedeni olmaya devam etmektedir.
- outside, exterior
- exo
The exosphere is the outermost layer of our atmosphere.
- Ekzosfer atmosferimizin en dış tabakasıdır.
Exoplanets are planets that are outside the solar system.
- Ötegezegenler, güneş sistemi dışındaki gezegenlerdir.
- (Geometri) circumscribed
- off
Jane offered to take care of our children when we were out.
- Jane biz dışarıda iken bizim çocuklarımıza bakmayı teklif etti.
He rushed out of the office.
- O ofisten dışarı fırladı.
- (Askeri) outlying
- outdoor
She shooed him outdoors.
- O onu dışarı kışkışladı.
Tom doesn't play outdoors much.
- Tom dışarıda çok oynamaz.
- (Biyokimya) peripheral
- (Otomotiv) threat
Both we and the Soviets face the common threat of nuclear destruction and there is no likelihood that either capitalism or communism will survive a nuclear war.
- Biz ve sovyetler nükleer yıkımın alışılmış tehditiyle yüz yüzeyiz ve hem kapitalizmin hem komunizmin nükleer bir savaşla mücadele etmesi olasılık dışı.
- appearance
She managed to keep up appearances.
- O, dışarıya belli etmedi.
Don't be fooled by appearances.
- Dış görünüşlere aldanmayın.
- exogenous
- exteriors
- outher
- without
I never go out without buying something.
- Ben bir şey satın almadan asla dışarı çıkmam.
It is very cold outside. You'll catch a cold without a coat.
- Dışarıda hava çok soğuk, ceketsiz üşüteceksin.
- dış görünüş
- appearance
No matter how we try, it is impossible to distinguish good people from bad people by outward appearances.
- Ne yaparsak yapalım, iyi insanları kötü insanlardan dış görünüşlerine bakarak ayırmak imkansızdır.
Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
- Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- dış cephe kaplama
- Siding, building coating
- dış kaplama
- shell
- dış lastiği değiştirmek
- retread
- dış ilişkiler
- exterior
- dış ülkelerle olan
- exterior
- dış (taraf)
- outside
- dış borç
- external indebtedness
- dış borç
- (Ticaret) external national debt
- dış borç
- (Ticaret) international debt
- dış yüz
- surface
- dış çerçeve
- outer frame
- dış çevre
- (Biyoloji) external environment
- dış ülke
- abroad
- dış cephe
- (İnşaat) Facade
- dış duvar
- outer wall
- dış etkiler
- foreign influences
- dış işlemler
- international devision
- dış işleri
- foreign affairs
- dış işleri bakanlığı
- Ministry of foreign affairs
- dış kaplamak
- outside line
- dış kaynak
- Foreign resource
- dış mahalle
- outskirts
My house is on the outskirts of the city.
- Benim evim kentin dış mahallelerindedir.
Tom lives on the outskirts of town.
- Tom kentin dış mahallelerinde oturuyor.
- dış pazarlama
- external marketing
- dış piyasa
- (Finans) global market
- dış politika
- Foreign policy
- dış satım
- foreign sales
- dış ticaret
- Foreign trade, external trade
- dış ticaret
- Foreign trade
He is engaged in foreign trade.
- O dış ticaretle ilgileniyor.
My father has been engaged in foreign trade for many years.
- Babam yıllardır dış ticaretle meşgul.
- dış ticaret müsteşarlığı
- Secretariat of foreign trade
- dış ticaret politikası
- (Ticaret) foreign trade policy
- dış ticaret sorumlusu
- Foreign trade manager
- dış ticaret uzmanı
- (İdari Yönetim) Foreign trade specialist
- dış ticaret şirketi
- Foreign trade company
- dış alım
- (Hukuk) import
- dış astarı
- facing
- dış açı
- exterior angle
- dış açı
- geom . exterior angle
- dış açı
- external angle
- dış açı oluşturan iki siper
- redan
- dış bellek
- external memory, external storage
- dış bilezik
- outer ring
- dış bilya
- outer bearing
- dış borç
- external loan
- dış borçlanma
- (Hukuk) foreign indebtment, foreign lending
- dış denge
- (Hukuk) external equilibrium
- dış diş
- serrated
- dış dünya
- external world
- dış dünya
- outer world
- dış dünya/âlem
- external world
- dış etiket
- exterior label
- dış flap
- external flap
- dış geribesleme
- external feedback
- dış görünüş
- externals
- dış görünüş
- fashion
- dış görünüş
- shape
- dış görünüş
- exterior, façade
- dış görünüş
- superficies
- dış görünüş
- semblance
- dış görünüş
- varnish
- dış görünüşte
- on the surface
- dış görünüşü
- the cut of one's jib
- dış görünüşün aldatıcılığı
- speciousness
- dış güzellik
- gloss
- dış hat
- 1. telecommunications external line. 2. telecommunications, transportation international line
- dış ilişkiler
- external affairs
- dış kanat
- outer wing
- dış kaplama
- stucco
- dış kapının dış mandalı a
- very distant relative
- dış kaynaklı
- exterior
- dış kaynaklı sermaye
- outside capital
- dış kenara ait
- peripheral
- dış kuvvet
- external force
- dış kökü
- fang
- dış lastik
- tyre, tire
- dış lastik auto
- tire, casing
- dış liman
- roads
- dış mali istikrar
- (Hukuk) external financial stability
- dış merkez
- epicenter
- dış merkezli düzen
- eccentric
- dış merkezlilik
- eccentricity
- dış modem
- stand-alone modem , external modem
- dış parazit hayvancık
- epizoon
- dış politika amaçları
- (Hukuk) objectives of foreign policy
- dış saha oyuncusu
- outfielder
- dış sahne
- exterior
- dış satım yasağı
- (Hukuk) export prohibition
- dış taraf
- exterior
- dış taraf
- outside
The wall is white on the outside and green on the inside.
- Duvar dış tarafta beyaz ve içeride yeşil.
The outside of the castle was painted white.
- Kalenin dış tarafı beyaza boyandı.
- dış tekerleme eğrisi
- epicycle
- dış temsilcilik
- (Hukuk) external representation
- dış temsilcilikler
- (Hukuk) foreign delegations
- dış ticaret açığı
- (Hukuk) trade balance deficit, foreign trade gap
- dış ticaret dengesi
- balance of trade
- dış ticaretin serbestleştirilmesi
- (Hukuk) liberalisation of foreign trade
- dış yardım
- (Hukuk) foreign aid, assistance
- dış yük
- external load
- dış yüzey
- exterior surface, facing
- dış zarf
- outer race
- dış çap
- outside diameter
- dış çizgi
- outline (font)
- dış çizgili yazıyüzü
- outlined font
- dış ülkede politik dokunulmazlık
- extraterritoriality
- dış yüzey
- {i} rind
- dış borç
- foreign loans
- dış etki
- (Politika, Siyaset) external influence
- dış görünüm
- facing
- dış görünüm
- (Bilgisayar) skin
- dış görünüş
- (deyim) face value
- dış görünüş
- face
On the face of it, nothing could be more reasonable.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
Nothing could be more reasonable, on the face of it.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- dış görünüş
- configuration
- dış görünüş
- {i} surface
He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator.
- Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.
- dış ilişkiler
- (Askeri) foreign affairs
- dış ticaret
- (Ticaret) international trade
- dışlar
- (Matematik) extremes
- dış borç
- foreign debt
- dış deri
- ectoderm
- dış görünüş
- exterior
- dış görünüş
- facies
- dış görünüş
- external appearance
- dış görünüş
- external view
- dış görünüş
- physiognomy
- dış görünüş
- {i} shell
- dış pencere
- storm window
- dış ticaret
- foreign business
- dış ticaret
- foreign commerce
- dış yüzey
- exterior surface
- dış yüzey
- facing
- Dış borç
- (Ekonomi) external debt
- Dış görünüm
- physical appearance
- Dış görünüş
- outer appearance
- Dış işleri
- foreing affairs
- dış giyim
- outer wear
- dış giyim
- outer clothing
- dış ses
- (Reklam) voice over
- dış ticaret
- foreign trading
- dış ticaret
- (Ticaret) foreign-trade
- Dış gebelik
- (Tıp) exfetation
- Dış gebelik
- (Tıp) eccyesis
- Dış gebelik
- (Tıp) metacyesis
- Dış gebelik
- (Tıp) paracyesis
- dış borç
- (Hukuk) external debt, foreign debt
- dış deri
- investment
- dış etken
- external factor
- dış gebelik
- ectopic pregnancy
Despite medical advances, ectopic pregnancy remains a significant cause of maternal mortality worldwide.
- Tıbbi gelişmelere karşın dış gebelik, dünya çapındaki anne ölümlerinin önemli bir nedeni olmaya devam etmektedir.
- dış gebelik
- (Tıp) abdominal gestation
- dış görünüm
- species
- dış görünüş
- the outer man
- dış görünüş
- facade
- dış görünüş
- disguise
- dış görünüş
- rind
- dış görünüş
- guise
- dış görünüş
- color
- dış görünüş
- colour [Brit.]
- dış görünüş
- get up
- dış görünüş
- {i} cast
- dış görünüş
- {i} outside
- dış görünüş
- {i} colour
- dış görünüş
- seeming
- dış görünüş
- fasade
- dış görünüş
- appearances
Don't be fooled by appearances.
- Dış görünüşlere aldanmayın.
No matter how we try, it is impossible to distinguish good people from bad people by outward appearances.
- Ne yaparsak yapalım, iyi insanları kötü insanlardan dış görünüşlerine bakarak ayırmak imkansızdır.
- dış görünüş
- name
- dış hatlar
- contour
- dış hatlar
- outlines
- dış ilişkiler
- (Hukuk) foreign relations
- dış ilişkiler
- external relations
- dış işler
- (İnşaat) external works
- dış ticaret
- (Hukuk) external trade
- dış yüzey
- outer surface