büyük!

listen to the pronunciation of büyük!
التركية - الإنجليزية
large

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

The Sahara Desert is almost as large as Europe. - Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.

grand

My grandfather died shortly after my birth. - Büyükbabam benim doğumumdan kısa bir süre sonra öldü.

It was my grandfather that told me that story. - O hikayeyi bana anlatan büyükbabamdı.

major

I think that it likely that there was a major fault in the lookout. - Gözetlemede muhtemelen büyük bir hata olduğunu zannediyorum.

My house needs major repairs. - Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var.

great

India was governed by Great Britain for many years. - Hindistan uzun yıllar boyunca Büyük Britanya tarafından yönetildi.

England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain. - İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.

big

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

Twitter is among the biggest enemies of Islam. - Twitter İslâm'ın en büyük düşmanları arasındadır.

long

My grandfather's life was long and happy. - Büyük babamın hayatı uzun ve mutluydu.

My grandfather lived a long life. - Büyük babam uzun bir hayat yaşadı.

huge

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

We must consider the question of whether we can afford such huge sums for armaments. - Böylesine büyük bir silahlanma için paramızın olup olmadığı sorusunu göz önüne almalıyız.

wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

capital

Write only your family name in capitals. - Sadece soyadınızı büyük harflerle yazın.

Write your name in capital letters. - Adınızı büyük harflerle yazın.

{s} exalted
{s} mighty
high

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

We have given your order highest priority. - Siparişinize en büyük önceliği verdik.

{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

large scale

It seems the rural area will be developed on a large scale. - Kırsal alan büyük ölçüde gelişecek gibi görünüyor.

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

{s} older

Care has made her look ten years older. - Bakım onun görünüşünü on yaş büyük yaptı.

He looks older than my brother. - O benim erkek kardeşimden daha büyük görünüyor.

expansive
voluminous
eldest

Fatima is the eldest student in our class. - Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.

Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy. - En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.

bigger

Tom is bigger than me. - Tom benden daha büyük.

Bigger is not always better. - Daha büyük her zaman daha iyi değildir.

ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

ranch

Tom rode a horse last week when he was at his grandfather's ranch. - Tom büyükbabasının çiftliğindeyken geçen hafta ata bindi.

There are about 500 cattle on the ranch. - Çiftlikte yaklaşık 500 büyükbaş hayvan var.

oldest

How old is your oldest son? - En büyük erkek evladın kaç yaşında?

She is not my mother but my oldest sister. - O benim annem değil fakat en büyük ablamdır.

hamper
{i} senior
outsize
colossal
singular
stupendous
towering
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

profound
(Tıp) hypertrophic
burning
(Bilgisayar) more

My grandmother can ride a motorcycle, and what's more, a bicycle. - Büyükannem bir motosiklet sürebilir, ve dahası bir bisikleti de.

My grandmother gave me more than I wanted. - Büyükannem bana istediğimden daha fazlasını verdi.

sumptuous
widely
legend
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

edifice
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

tremendous

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

ample
considerable

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

bulky

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

redoubtable
{s} precious
massive

It's a massive undertaking. - Bu çok büyük bir girişim.

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 büyüklüğünde bir deprem Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye neden oldu.

dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

prize

Kaoru, yours is the best reaction so far - you win the grand prize. - Kaoru, şimdiye kadar en iyi tepki sizinki - büyük ödülü kazanırsınız.

To our surprise, he won the grand prize. - Bizim için sürpriz oldu, o büyük ödülü kazandı.

no end of
untold
grown-up
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

the older
the biggest
a great
great of
the greatest

He is one of the greatest artists in Japan. - Japonya'daki en büyük sanatçılardan biridir.

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

greater

Maternal love is greater than anything else. - Anne sevgisi her şeyden daha büyüktür.

A fool always finds a greater fool to admire him. - Bir aptal her zaman kendisine hayran olacak daha büyük bir aptal bulur.

the great

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

He is one of the greatest artists in Japan. - Japonya'daki en büyük sanatçılardan biridir.

the largest
a big
(Tıp) magnus
important; grand, chief, major
healthy

My grandfather is very healthy. - Büyük babam çok sağlıklı.

Tom's grandmother looks healthy. - Tom'un büyükannesi sağlıklı görünüyor.

great, grand, exalted
extended
التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
muhteşem
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
Çok, ortalamayı aşan
Üstün niteliği olan
Önemli
Niceliği çok olan
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
(Osmanlı Dönemi) azîme
(Osmanlı Dönemi) azıme