zamandır

listen to the pronunciation of zamandır
التركية - الإنجليزية

تعريف zamandır في التركية الإنجليزية القاموس.

zaman
date

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

Have a good time on your date. - Randevunda iyi zaman geçir.

zaman
time

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

zaman
tense

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

Relations between China and Japan have been tense recently. - Çin ve Japonya arasındaki ilişkiler son zamanlarda gergin olmuştur.

zaman
moment

Please drop in at my house when you have a moment. - Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

zaman
hour

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
zaman
bout
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

zaman
when

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

zaman
sands
epey zamandır
long since
zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

zaman
age

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

Between space and time. - Uzay ve zaman arasında.

zaman
times

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

He will learn the facts in the course of time. - O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

zaman
to time
kaç zamandır
for a long time now
ne kadar zamandır
how long

How long have you known each other? - Birbirinizi ne kadar zamandır tanıyorsunuz?

How long did you stay there? - Ne kadar zamandır orada kaldınız?

uzun zamandır
long

Tom hasn't written a letter in a long time. - Tom uzun zamandır bir mektup yazmadı.

This is what I've long wanted. - Uzun zamandır istediğim budur.

uzun zamandır
for ages

We haven't had a talk for ages. - Biz uzun zamandır konuşmadık.

We've been waiting for this for ages. - Uzun zamandır bunu bekliyoruz.

uzun zamandır
for a long time

I've been living here for a long time. - Uzun zamandır burada yaşıyorum.

Tom said he hadn't had a good home-cooked meal for a long time. - Tom uzun zamandır iyi bir ev yemeği yemediğini söyledi.

uzun zamandır
long since

The well has long since dried up. - Kuyu uzun zamandır kurudu.

It's been so long since I've been here. - Çok uzun zamandır buradayım.

uzun zamandır
for a long while
uzun zamandır görmedim
Long time no see
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

We have a lot of snow at this time of the year. - Yılın bu zamanında bir sürü karımız var.

الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف zamandır في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
التركية - التركية

تعريف zamandır في التركية التركية القاموس.

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit