yaşa

listen to the pronunciation of yaşa
التركية - الإنجليزية
huzza
Hurray!, Hooray!
cheers
long live

Long live the Soviet Union! - Çok yaşa Sovyetler Birliği!

Long live the brotherhood of all peoples. - Yaşasın tüm halkların kardeşliği.

viva
whoopee
hurray

Hurray! I have found it! - Yaşasın! Ben onu buldum!

hooray
hurrah
{f} live

Please tell me where you will live. - Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.

Nobody lives in this house. - Bu evde hiç kimse yaşamıyor.

{f} living

I think that our living together has influenced your habits. - Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.

I love living with you. - Sizinle yaşamayı seviyorum.

know

Tom knows a man who lives in Boston. - Tom Bostonda yaşayan bir adam tanıyor.

We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live. - Biz neredeyse bilmeden, hissetmeden annemiz severiz, çünkü o yaşamak kadar doğaldır.

inhabit

Animals inhabit the forest. - Hayvanlar ormanda yaşar.

The region has never been inhabited by people. - Bölgede insanlar hiç yaşamadı.

subsist
yaş
age

His niece is attractive and mature for her age. - Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

yaş
wet

Tom's eyes were wet with tears. - Tom'un gözleri göz yaşları yüzünden ıslaktı.

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

yaşa dayalı ölüm
(Denizbilim) age specific mortality
yaşa göre av
(Denizbilim) catch-at-age
yaş
humid
çok yaşa
bless you!
yaş
dank
padişahım çok yaşa
Long live the sultan
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

I learned to play guitar when I was ten years old. - On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.

çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
yaş
fresh

Fish such as carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.

That fish lives in fresh water. - O balık tatlı suda yaşar.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
Yaşa!
Hear hear!
yaş
new

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaş
in age
çok yaşa
(God) bless you!
çok yaşa
(May) God bless you
akılınla bin yaşa!
You're really thinking today! (said sarcastically to the author of an idea one finds absurd)
bin yaşa
May you live a thousand years!/Long life to you!
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
Çok yaşa!
Bless you!; Viva!
çok yaşa!
1. Bless you!/Gesundheit! (said when someone has sneezed). 2. Bless you! (said to someone with whom one is highly pleased)