işe

listen to the pronunciation of işe
التركية - الإنجليزية
pee

Don't pee on an electric fence. - Elektrikli çit üzerine işeme.

Your cat entered into my car and peed there. - Kedi arabama girip oraya işedi.

urinate

Please, urinate in this vessel! - Lütfen bu kap içerisine işeyin.

{f} pissed
{f} piss

Dogs like to piss on fire hydrants. - Köpekler yangın musluklarına işemeyi severler.

Can I go to the bathroom? I gotta piss. - Tuvalete gidebilir miyim? İşemem gerekiyor.

işe yaramaz
Useless

Leave out anything that is useless. - İşe yaramaz şeyi atın.

I wish I had not bought such a useless thing. - Keşke böyle işe yaramaz bir şey almasaydım.

işe yaramak
work
{i} occupation

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

business

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

işe almak
employ

The company wants to employ 20 people. - Şirket 20 kişiyi işe almak istiyor.

The company want to employ twenty people. - Şirket yirmi kişiyi işe almak istiyor.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

work

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

işe yarar
utility
işe bakın ki
ironically
işe yabancı
strange
işe yaramak
be useful
işe yaramayan hayvanları öldürmek
cull
işe yaramaz
reject
işe yarar
useful

Finally one useful suggestion! - Sonunda işe yarar bir öneri!

Tom made a useful suggestion. - Tom işe yarar bir öneri yaptı.

işe istekli
willing to work
işe yaramaz şey
trash
işe yarar şey
utility
işe alınma
recruitment
işe alıştırma
orientation
işe alıştırma eğitimi
orientation
işe girme
Entering the work
işe almak
to engage, to take sb on
işe almak
engage
işe bakmak
to get to work on something; to be at work on something
işe balta ile girişmek
to set about doing something like a bull in a china shop
işe başlamak
to clock in
işe başlarken imza atmak
sign on
işe başvurmak
apply for a job
işe boğulmuş
overwhelmed with work
işe gelen şey
grist to the mill
işe gelmeme
absenteeism
işe geri dönmek
get back to the grindstone
işe geç gelmek
come to the job late
işe geç kalma
(Ticaret) tardiness
işe giriş saatini yazan makine
telltale
işe girişmek
to set to work
işe girişmek
approach a task
işe girişmek
to embark on a job enthusi
işe girişmek
roll up one's sleeves
işe girişmek
get busy
işe girmek
set up
işe girmek
to get a job
işe hazırlanmak
clear the deck
işe koyulmak
to get down to work, to get busy
işe koyulmak
sit down to work
işe koyulmak
roll up one's sleeves
işe koyulmak
approach a task
işe koşmak
to make (sb) do a job
işe sarılmak
hop to it
işe sarılmak
to pitch in
işe sokmak
instate
işe son verme
shutdown
işe yaramak
serve the purpose
işe yaramak
to work, to help, to be of use
işe yaramak
come in handy
işe yaramak
answer the purpose
işe yaramak
avail
işe yaramama
inefficiency
işe yaramaz
useless, dud, good-for-nothing
işe yaramaz atıkların, artıkların tehlikesiz kaldırılması
(Hukuk) safe-disposal of non-recoverable waste, residues
işe yaramaz hale getirmek
unfit
işe yaramaz kimse
wastrel
işe yaramaz kimse
basket case
işe yaramaz kimse
never do well
işe yaramaz kimse
dud
işe yaramaz kimse
noneffective
işe yaramaz kimse
lemon
işe yaramaz kimse
loon
işe yaramaz şemsiye
gamp
işe yaramaz şey
rubbish
işe yaramaz şey
offcast
işe yaramazlık
trashiness
işe yarar
available

Is there any help available? - İşe yarar bir yardım var mı?

işe yarar
useful, serviceable
işe yarar
serviceable
işe yararlık
usefulness
işe yarayan
handy
işe yerleştirmek
niche
işe yerleştirmek
job
işe yönelik ortak dil
(Askeri) common business-oriented language
affair

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

işe almak
recruit
assignment

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

{i} cause

What do you think caused him to lose his job? - Onun işini kaybetmesine neyin sebep olduğunu düşünüyorsun?

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

işe almak
(Ticaret) hire

The company wants to hire 20 people. - Şirket 20 kişiyi işe almak istiyor.

Tom wanted to hire Mary to take care of his children. - Tom çocuklarına bakması için Mary'yi işe almak istedi.

resmen işe başlama töreni
(Ticaret) inauguration
{i} shop

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

bak şu işe
lo and behold
her gün işe trenle gidip gelen kimse
commuter
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

Memory is an essential function of our brain. - Bellek beynimizin önemli bir işlevidir.

{i} show

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

A survey shows that many businessmen skip lunch. - Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.

{i} piece

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

birçok işe uygun (alet)
versatile
working

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

(Ticaret) shirking
trouble

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

line

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

errand

The boy often runs errands. - Çocuk sık sık getir götür işleri yapar.

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

project

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

workings
(Ticaret) engagement
işe almak
take into service
işe almak
bring in
işe almak
(Ticaret) recruiting
işe alım
recruitment

Recruitment starts in October. - İşe alım ekim'de başlıyor.

Recruitment starts this month. - İşe alım bu ay başlıyor.

işe girmek
find a job
işe yaramak
boot
işe yaramak
work out
işe yaramaz
garbage
pek çok işe yarayan
all-purpose
trade

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

Jack of all trades, master of none. - Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.

deal

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

We always walk by the post office on the way to work. - Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.

commission
operation

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

occupational
concern

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

transaction

The businessman didn't dare withdraw from the transaction. - İş adamı işlemden çekilmeye cesaret etmedi.

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

matter

As a matter of fact, it is true. - İşin aslın bakarsan, o doğrudur.

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işe almak
take on

You will have to take on someone to do this work. - Bu işi yapmak için birini işe almak zorunda kalacaksın.

işe girmek
get a job
işe yaramak
help
işe yaramak
do for sth
işe yaramaz
good for nothing
işe yaramaz
waste
işe yaramaz
pathetic
işe yaramaz
dud
işe yaramaz
hopeless
işe yaramaz
barren
işe yaramaz
airy
işe yarar
workable
işe yarar
subservient
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

biz
işe yarar
sneeze
Acele işe şeytan karışır
(Atasözü) More haste more wasteHaste makes waste More haste less speed
acele işe şaytan karışır
The Devil interferes with hurried work.If you hurry your work will turn out wrong
eli işe yatkın, becerikli, usta
hand, tend to work, skilled craftsmen
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işe gitmek
go to work
işe yaramaz
of no use

It's of no use to me. - Bu benim için bir işe yaramaz.

acele işe şeytan karışır
great haste makes waste
acele işe şeytan karışır
more haste less speed
acele işe şeytan karışır
haste makes waste
acele işe şeytan karışır
(Atasözü) Haste makes waste
acele işe şeytan karışır
great haste makes great waste
araya adam koyup işe girmek
get a job by push
başından büyük işe girişmek
to bite off more than one can chew
başından büyük işe girişmek
bite off more than one can chew
bir işe başlamak
break ground
bir işe başlamak
(Hukuk) (etkinliğe) to take up an activity
bir işe başlamak
(Hukuk) launch in
bir işe girişmek
engage in
bir işe yaramak
to be of service (to sb)
boyunda büyük işe kalkışmak
overreach oneself
boyundan büyük işe kalkışmak
overplay one's hand
büyük bir işe hazırlanmak
gird up one's loins
ciddi olarak işe koyulmak
get down to work
ciddiyetle bir işe girişmek
(Dilbilim) buckle down to
değerli ama işe yaramayan mülk
white elephant
düzenli bir işe girmek
get a regular job
eli işe yakışmaz
maladroit
eli işe yatkın
handy
eli işe yatmak
to be skilful
en son işe başlama tarihi
latest start date
eskisi kadar işe yaramaz
it has seen better days
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) good-for-naught
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) good-for-nothing
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) goof-off
her işe burnunu sokan
snoopy
her işe burnunu sokan kimse
snoop
her işe burnunu sokma
nosiness
her işe burnunu sokmak
to poke one's nose into everything
her işe koşan yardımcı
do-all
imkânsız işe girişmek
squere the circle
ince işe yatkın
natty
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
التركية - التركية

تعريف işe في التركية التركية القاموس.

İŞE
(Osmanlı Dönemi) Câsus, hafiye
İŞE
(Osmanlı Dönemi) f. Orman, sık ağaçlık
işe alıştırma
oryantasyon
işe alıştırma eğitimi
oryantasyon
işe uygun
Yapılan işe elverişli, işe yarar
işe yarar
Becerikli, elverişli, işe uygun
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
acele işe şeytan karışır
(deyim) Düşünüp taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemelidir; o iş ya yanlış ya da bozuk olur
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işe yaramaz
kaçırga
işe yaramaz
kurada
işe yaramaz
battal
işe yaramaz
amelimanda
işe yaramaz
avara
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB