işe

listen to the pronunciation of işe
التركية - الإنجليزية
pee

But suddenly, Little Venusian really needs to go and pee. - Ama aniden Küçük Venüslü'nün gidip işemeye ihtiyacı var.

Your cat entered into my car and peed there. - Kedi arabama girip oraya işedi.

urinate

Please, urinate in this vessel! - Lütfen bu kap içerisine işeyin.

{f} pissed
{f} piss

While walking down the street, I saw two white cats pissing near a car tire. - Sokakta aşağıya doğru yürürken iki beyaz kedinin bir araba lastiğinin kenarına işediğini gördüm.

If you piss on the toilet seat, wipe it off! - Klozetin üstüne işersen onu temizle.

işe yaramaz
Useless

The towel was quite useless. - Havlu oldukça işe yaramazdı.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

işe yaramak
work
{i} occupation

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

business

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

işe almak
employ

The company wants to employ 20 people. - Şirket 20 kişiyi işe almak istiyor.

The company want to employ twenty people. - Şirket yirmi kişiyi işe almak istiyor.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

work

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

işe yarar
utility
işe bakın ki
ironically
işe yabancı
strange
işe yaramak
be useful
işe yaramayan hayvanları öldürmek
cull
işe yaramaz
reject
işe yarar
useful

Tom made a useful suggestion. - Tom işe yarar bir öneri yaptı.

Finally one useful suggestion! - Sonunda işe yarar bir öneri!

işe istekli
willing to work
işe yaramaz şey
trash
işe yarar şey
utility
işe alınma
recruitment
işe alıştırma
orientation
işe alıştırma eğitimi
orientation
işe girme
Entering the work
işe almak
to engage, to take sb on
işe almak
engage
işe bakmak
to get to work on something; to be at work on something
işe balta ile girişmek
to set about doing something like a bull in a china shop
işe başlamak
to clock in
işe başlarken imza atmak
sign on
işe başvurmak
apply for a job
işe boğulmuş
overwhelmed with work
işe gelen şey
grist to the mill
işe gelmeme
absenteeism
işe geri dönmek
get back to the grindstone
işe geç gelmek
come to the job late
işe geç kalma
(Ticaret) tardiness
işe giriş saatini yazan makine
telltale
işe girişmek
to set to work
işe girişmek
approach a task
işe girişmek
to embark on a job enthusi
işe girişmek
roll up one's sleeves
işe girişmek
get busy
işe girmek
set up
işe girmek
to get a job
işe hazırlanmak
clear the deck
işe koyulmak
to get down to work, to get busy
işe koyulmak
sit down to work
işe koyulmak
roll up one's sleeves
işe koyulmak
approach a task
işe koşmak
to make (sb) do a job
işe sarılmak
hop to it
işe sarılmak
to pitch in
işe sokmak
instate
işe son verme
shutdown
işe yaramak
serve the purpose
işe yaramak
to work, to help, to be of use
işe yaramak
come in handy
işe yaramak
answer the purpose
işe yaramak
avail
işe yaramama
inefficiency
işe yaramaz
useless, dud, good-for-nothing
işe yaramaz atıkların, artıkların tehlikesiz kaldırılması
(Hukuk) safe-disposal of non-recoverable waste, residues
işe yaramaz hale getirmek
unfit
işe yaramaz kimse
wastrel
işe yaramaz kimse
basket case
işe yaramaz kimse
never do well
işe yaramaz kimse
dud
işe yaramaz kimse
noneffective
işe yaramaz kimse
lemon
işe yaramaz kimse
loon
işe yaramaz şemsiye
gamp
işe yaramaz şey
rubbish
işe yaramaz şey
offcast
işe yaramazlık
trashiness
işe yarar
available

Is there any help available? - İşe yarar bir yardım var mı?

işe yarar
useful, serviceable
işe yarar
serviceable
işe yararlık
usefulness
işe yarayan
handy
işe yerleştirmek
niche
işe yerleştirmek
job
işe yönelik ortak dil
(Askeri) common business-oriented language
affair

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

işe almak
recruit
assignment

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

{i} cause

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

What do you think caused him to lose his job? - Onun işini kaybetmesine neyin sebep olduğunu düşünüyorsun?

işe almak
(Ticaret) hire

I'd prefer to only hire people to translate into their native language. - Ben sadece kendi ana dillerine çeviri yapmaları için insanları işe almak istiyorum.

The company wants to hire 20 people. - Şirket 20 kişiyi işe almak istiyor.

resmen işe başlama töreni
(Ticaret) inauguration
{i} shop

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance. - Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

bak şu işe
lo and behold
her gün işe trenle gidip gelen kimse
commuter
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

{i} show

A survey shows that many businessmen skip lunch. - Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

{i} piece

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

birçok işe uygun (alet)
versatile
working

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

(Ticaret) shirking
trouble

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

line

We should draw the line between public and private affairs. - Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

They will organize a labor union. - Bir işçi sendikası düzenleyecekler.

errand

She is out on an errand. - O bir iş için dışarı gitti.

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

project

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

He planned the project along with his colleagues. - O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.

workings
(Ticaret) engagement
işe almak
take into service
işe almak
bring in
işe almak
(Ticaret) recruiting
işe alım
recruitment

Recruitment starts in October. - İşe alım ekim'de başlıyor.

The recruitment team looked for promising employees. - İşe alım ekibi gelecek vadeden işçiler arıyordu.

işe girmek
find a job
işe yaramak
boot
işe yaramak
work out
işe yaramaz
garbage
pek çok işe yarayan
all-purpose
trade

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

Jack of all trades, master of none. - Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.

deal

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

We always walk by the post office on the way to work. - Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.

When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time. - İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.

commission
operation

The US Department of Agriculture established seven new “regional climate hubs” to help farmers and ranchers adapt their operations to a changing climate. - ABD Tarım Bakanlığı çiftçilerin ve çiftlik sahiplerinin işletmelerini değişen iklime uyarlamalarına yardımcı olmak için yedi yeni bölgesel iklim merkezi kurdu.

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

occupational
concern

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

situation

Do you think the situation will improve? - Sence işler iyiye gidecek mi?

This situation would suit Tom. - Bu durum Tom'un işine gelir.

transaction

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

Deeds are better than words. - İşler sözlerden daha iyidir.

act

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

shebang
action

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

matter

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işe almak
take on

You will have to take on someone to do this work. - Bu işi yapmak için birini işe almak zorunda kalacaksın.

işe girmek
get a job
işe yaramak
help
işe yaramak
do for sth
işe yaramaz
good for nothing
işe yaramaz
waste
işe yaramaz
pathetic
işe yaramaz
dud
işe yaramaz
hopeless
işe yaramaz
barren
işe yaramaz
airy
işe yarar
workable
işe yarar
subservient
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

biz
işe yarar
sneeze
Acele işe şeytan karışır
(Atasözü) More haste more wasteHaste makes waste More haste less speed
acele işe şaytan karışır
The Devil interferes with hurried work.If you hurry your work will turn out wrong
eli işe yatkın, becerikli, usta
hand, tend to work, skilled craftsmen
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

buisness
işe gitmek
go to work
işe yaramaz
of no use

It's of no use to me. - Bu benim için bir işe yaramaz.

acele işe şeytan karışır
great haste makes waste
acele işe şeytan karışır
more haste less speed
acele işe şeytan karışır
haste makes waste
acele işe şeytan karışır
(Atasözü) Haste makes waste
acele işe şeytan karışır
great haste makes great waste
araya adam koyup işe girmek
get a job by push
başından büyük işe girişmek
to bite off more than one can chew
başından büyük işe girişmek
bite off more than one can chew
bir işe başlamak
break ground
bir işe başlamak
(Hukuk) (etkinliğe) to take up an activity
bir işe başlamak
(Hukuk) launch in
bir işe girişmek
engage in
bir işe yaramak
to be of service (to sb)
boyunda büyük işe kalkışmak
overreach oneself
boyundan büyük işe kalkışmak
overplay one's hand
büyük bir işe hazırlanmak
gird up one's loins
ciddi olarak işe koyulmak
get down to work
ciddiyetle bir işe girişmek
(Dilbilim) buckle down to
değerli ama işe yaramayan mülk
white elephant
düzenli bir işe girmek
get a regular job
eli işe yakışmaz
maladroit
eli işe yatkın
handy
eli işe yatmak
to be skilful
en son işe başlama tarihi
latest start date
eskisi kadar işe yaramaz
it has seen better days
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) good-for-naught
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) good-for-nothing
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) goof-off
her işe burnunu sokan
snoopy
her işe burnunu sokan kimse
snoop
her işe burnunu sokma
nosiness
her işe burnunu sokmak
to poke one's nose into everything
her işe koşan yardımcı
do-all
imkânsız işe girişmek
squere the circle
ince işe yatkın
natty
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
التركية - التركية

تعريف işe في التركية التركية القاموس.

İŞE
(Osmanlı Dönemi) Câsus, hafiye
İŞE
(Osmanlı Dönemi) f. Orman, sık ağaçlık
işe alıştırma
oryantasyon
işe alıştırma eğitimi
oryantasyon
işe uygun
Yapılan işe elverişli, işe yarar
işe yarar
Becerikli, elverişli, işe uygun
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
acele işe şeytan karışır
(deyim) Düşünüp taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemelidir; o iş ya yanlış ya da bozuk olur
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işe yaramaz
kaçırga
işe yaramaz
kurada
işe yaramaz
battal
işe yaramaz
amelimanda
işe yaramaz
avara
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB