He has a fine library of books on art.
- Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
Tom said that's fine with him.
- Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.
The house that Tom built is really nice.
- Tom'un yaptığı ev gerçekten hoş.
We are having a nice time in Rome.
- Romada hoş bir zaman geçiriyoruz.
Nothing is as pleasant as a walk in the morning.
- Hiçbir şey sabah yapılan bir yürüyüş kadar hoş değil.
Her voice is pleasant to listen to.
- Sesi dinlemek için hoş.
Excited girls look pretty sometimes.
- Heyecanlı kızlar hoş görünebilir.
She's as pretty as her sister.
- O, kız kardeşi kadar hoştur.
Tom likes only beautiful girls.
- Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.
He likes the most beautiful flower.
- O en güzel çiçekten hoşlanır.
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
Even without makeup, she's very cute.
- Makyajsızken bile çok hoş.
Don't you think Mary's cute?
- Mary'nin hoş olduğunu düşünmüyor musun?
Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away.
- Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.
Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him.
- Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.
I still don't like you.
- Hâlâ senden hoşlanmıyorum.
I still like to write in Esperanto.
- Hala Esperanto dilinde yazmaktan hoşlanıyorum.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
I'm not satisfied yet.
- Henüz hoşnut değilim.
The secretary gave me an agreeable smile.
- Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.
I'm feeling very agreeable.
- Ben çok hoş hissediyorum.
Men like lovely women.
- Erkekler hoş kadınları sever.
America is a lovely place to be, if you are here to earn money.
- Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer.
My grandmother used to tell me pleasant fairy tales.
- Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.
She likes fairy tales.
- O, peri masallarından hoşlanır.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
Tom gave Mary a box of chocolates and one long-stemmed rose for her birthday. That's really sweet.
- Tom Mary'ye doğum günü için bir kutu çikolata ve uzun saplı bir gül verdi O gerçekten hoş.
Alice is wearing a sweet-smelling perfume.
- Alice hoş kokulu bir parfüm kullanıyor.
Grandma likes watching TV.
- Büyükanne televizyon izlemekten hoşlanır.
Oh, grandma, how I love you! You're so nice!
- Ah, büyükanne, seni nasıl da seviyorum! Çok hoşsun!
He is a very decent fellow.
- O, çok hoşgörülü bir adamdır.
Behave decently, as if you're a well-cultured man.
- Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.
Visiting people is nicer than being visited.
- İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.
The mountains look nicer from a distance.
- Dağlar uzaktan daha hoş görünür.
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
Well, to be frank, I don't like it at all.
- Şey, samimi olmak gerekirse, bundan hiç hoşlanmıyorum.
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Tom doesn't enjoy eating spicy food.
- Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.
Is it pleasing to you?
- Bu senin için hoş mu?
Green leaves in a park are pleasing to the eye.
- Parktaki yeşil yapraklar göze hoş geliyor.
She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary.
- Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.
I don't take kindly to pushiness or impatience.
- Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.
Her exotic perfume has a subtle scent.
- Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.
Tom asked Mary what kind of music she liked.
- Tom Mary'ye ne tür müzikten hoşlandığını sordu.
Tom asked Mary what kind of movies she liked.
- Tom Mary'ye ne tür filmlerden hoşlandığını sordu.