hence: to hold apart; to stand between; to intervene betwixt, as combatants

listen to the pronunciation of hence: to hold apart; to stand between; to intervene betwixt, as combatants
الإنجليزية - التركية

تعريف hence: to hold apart; to stand between; to intervene betwixt, as combatants في الإنجليزية التركية القاموس.

part
parça

Matematik, yarın kalkarsan ve evrenin gittiğini keşfedersen yapmaya devam edebileceğin, bilimin bir parçasıdır. - Mathematics is the part of science you could continue to do if you woke up tomorrow and discovered the universe was gone.

Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır. - Death is an integral part of life.

part
kısım

Teklifin diğer kısımlarını tartıştılar. - They debated other parts of the proposal.

Tayland'da ülkenin bazı kısımları pirinç yetiştirmek için şimdiden aşırı kuru hale geldi. - In Thailand it has already become too dry to grow rice in some parts of the country.

part
taraf

Her iki taraf savaşa karşı çıktı. - Both parties opposed war.

Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu. - The police regarded him as a party to the crime.

part
kısmen

Bu yol deprem sonucu kısmen yıkıldı. - This road was partly destroyed in consequence of the earthquake.

Japonya'nın dış yardımları yurttaki ekonomik yavaşlamadan dolayı kısmen azalıyor. - Japan's foreign aid is decreasing in part because of an economic slowdown at home.

part
yarı

Yarın akşam bir partimiz var. - We have a party tomorrow evening.

Yarın partiye gelecekmisin? - Will you come to the party tomorrow?

part
ekseriya
part
görev

Görevimi yapmayı planlıyorum. - I plan on doing my part.

Topluma yardımcı olmak için görevimi yapmaya çalışıyorum. - I try to do my part to help the community.

part
yan

Yandaki ev biraz gürültülü. Onların parti yapıp yapmadıklarını merak ediyorum. - The house next door is a bit loud. I wonder if they're throwing a party.

Gelecek Cumartesi, yani 25 Ağustos'ta bir parti düzenlenecek. - A party will be held next Saturday, that is to say, on August 25th.

part
{f} ayır

İş ortakları olarak on yıl sonra, yollarını ayırmaya karar verdiler. - After ten years as business partners, they decided to part ways.

Parti için sandalyeler ayırtıldı. - The seats were reserved for the party.

part
fasıl
part
ayrılmak

O, evinden ayrılmak istemedi. - He didn't want to part with his house.

O, evinden ayrılmak zorunda kaldı. - He had to part with his house.

part
{f} parçalanmak, ayrılmak; bölünmek
part
{f} tarakla ayırmak
part
(ial) parça (lı), kısmi
part
(fiil) ayırmak, tarakla ayırmak, ayrılmak, kopmak, elden çıkarmak
part
{i} parça, bölüm, kısım
part
{i} katkı. z. kısmen
part
{i} hisse, pay
الإنجليزية - الإنجليزية
part
hence: to hold apart; to stand between; to intervene betwixt, as combatants

    الواصلة

    hence: to hold apart; to stand between; to in·ter·vene betwixt, as combatants

    النطق

المفضلات