bekleyen

listen to the pronunciation of bekleyen
التركية - الإنجليزية
guardant
aspirant
(Bilgisayar) pending
backlog
expectant
(Bilgisayar) pending review
expectanct
waiting

There were some guests waiting in the drawing room. - Çizim odasında bekleyen bazı misafirler vardı.

The lines of people waiting for food were longer than before. - Yemek için bekleyen insan sıraları eskisinden daha uzundu.

standby
bekleyen istekler
(Bilgisayar) requests pending
bekleyen kişiler
queue
bekleyen veri
(Bilgisayar) dirty data
bekleyen davalar listesine kaydetmek
docket
bekleyen görevler
(Bilgisayar) tasks waiting
bekleyen parçalar
(Ticaret) non-standing parts
bebek bekleyen
expectant
bebek bekleyen kadın
expectant mother
bekle
expect

Don't expect too much. - Çok fazla şey bekleme.

Did that hotel meet your expectations? - Otel beklentilerini karşıladı mı?

bekle
hold on

Can you hold on a little longer? - Biraz daha bekler misiniz?

Hold on a minute, please. - Bir dakika bekle,lütfen.

bekle
hang on

We're a bit busy at the moment. Can you hang on a minute? - Şu anda biraz meşgulüz. Bir dakika bekleyebilir misiniz?

Hang on a minute. I'll call Jimmy. - Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.

bekle
wait

I'll wait here until she comes. - O gelene kadar burada bekleyeceğim.

Carlos waited a moment. - Carlos bir müddet bekledi.

bekle
held on
bekle
{f} expected

The garden was larger than I had expected. - Bahçe beklediğimden daha büyüktü.

The math homework proved to be easier than I had expected. - Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.

bekle
(Bilgisayar) pause

Tom hit the pause button. - Tom bekletme butonuna bastı.

Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it. - Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.

bekle
hold your horses
bekle
(Bilgisayar) waitfor
bekle
(Konuşma Dili) not so fast
çözüm bekleyen
burning
bekle
{f} waiting

We men are used to waiting for the women. - Biz, erkekler kadınları beklemeye alışığız.

There were five patients in the waiting room. - Bekleme salonunda beş hasta vardı.

bekle
await

Tom is in jail, awaiting trial. - Tom duruşmayı beklerken hapistedir.

Tom wasn't awaiting me. - Tom beni beklemiyordu.

bekle
bide

We just need to bide our time. - Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.

We need to bide our time. - Zamanımızı beklemeliyiz.

bekle
watch to
bekle
watch for
bekle
wait for

Please wait for me at the station. - Lütfen beni istasyonda bekleyin.

Please wait for five minutes. - Lütfen beş dakika bekle.

bekle
bode
bekle
{f} bided
bekle
{f} biding
bekle
{f} awaited

Maria awaited him, but he did not come. - Maria onu bekledi ama o gelmedi.

bekle
look forward

I'll look forward to it. - Onu sabırsızlıkla bekleyeceğim.

If we are to judge the future of ocean study by its past, we can surely look forward to many exciting discoveries. - Okyanus araştırmasının geleceğini onun geçmişiyle tahmin edeceksek birçok heyecan verici keşifleri elbette dört gözle bekleriz.

bekle
hold#on
bekle
look#forward
cehennemin kapısını bekleyen üç başlı köpek
Cerberus
hazır bekleyen
in waiting
çocuk bekleyen
expecting
çıkış saatini dört gözle bekleyen kimse
clock watcher
التركية - التركية
muntazır
(Osmanlı Dönemi) MÜTERABBIS