We need a new director to unify our company.
- Şirketimizi bütünleştirmek için yeni bir müdüre ihtiyacımız var.
Working together, they cleaned the entire house in no time.
- Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.
We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
Money is the root of all evil.
- Para bütün kötülüğün köküdür.
Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
- Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
This isn't completely wrong.
- O bütünüyle yanlış değil.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
I have read every book in the library.
- Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
My grandmother told me about her whole life.
- Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.
My whole day was full of surprises.
- Bütün günüm sürprizlerle doluydu.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
Our trading companies do business all over the world.
- Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
I spent the whole afternoon chatting with friends.
- Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.