Tek kanıt iç çamaşıra yapışmış meni kalıntılarıydı.
 - The only proof was the remains of the semen which had stuck to the underwear.
Orada kalenin kalıntılarını hâlâ görebilirsin.
 - You can still see the remains of the fortress there.
Onlar tarihte kaybolmuş bir uygarlığın kalıntılarını çaldılar.
 - They took away the remains of a civilization lost in history.
Antik uygarlıkların kalıntılarını korumaya çalışmalıyız.
 - We must try to preserve the remains of ancient civilizations.
Onun ölümünün sebebi bir sır olarak kalır.
 - The cause of his death still remains a mystery.
Akbabalar tarafından gagalanan ölü bir geyik, diğer hayvanlar tarafından kısmen yenilmiş kalır, o tür çürümüş ete leş denir.
 - A dead deer being pecked by vultures, remains partly eaten by other animals, that sort of rotten meat is called 'carrion'.
O, prensiplerine sadık kalıyor.
 - He remains loyal to his principles.
O, tehlike karşısında sakin kalır.
 - He remains calm in the face of danger.