O sınıfında en yaşlıdır.
- He is the eldest in his class.
Üç çocuktan en yaşlısı Tom'dur.
- The eldest of the three boys is Tom.
Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.
- Fatima is the eldest student in our class.
En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
- The eldest son succeeded to all the property.
Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.
- Fatima is the eldest student in our class.
Dikkat, bilgeliğin büyük kızıdır.
- Caution is the eldest daughter of wisdom.
O telaffuz eskimiştir.
- That pronunciation is old-fashioned.
Bana bu eskimiş madeni paraları verdi.
- She gave me these old coins.
Futbol eski bir oyundur.
- Football is an old game.
Bunlar çok eski kitaplar.
- These are very old books.
Yumi Ishiyama, Lyoko takımının en yaşlı üyesidir.
- Yumi Ishiyama is the oldest member of Team Lyoko.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
- The old man was hard of hearing.
Eski zamanlar hakkında konuşalım.
- Let's talk about old times.
Tom ve Mary eski zamanlar hakkında konuşmak istediler.
- Tom and Mary wanted to talk about old times.
On yaşındayken, ne zaman on altı yaşımda olacağımı, hayatımın harika olacağını düşünürdüm.
- When I was 10 years old, I thought that when I would be 16, my life would be cool.
Eski güzel günler ne kadar harikaydı.
- How wonderful were the good old days.
Gerçeği bilecek kadar tecrübeli.
- She's old enough to know the truth.
Bu bayat ekmek bir kaya kadar sert.
- This old bread is as hard as a rock.
Bu ekmek ne kadar bayat?
- How old is this bread?
O, ihtiyarlığı reddediyor.
- He refuses to accept his old age.
Tom huysuz yaşlı bir ihtiyar.
- Tom is a grouchy old man.
Afet bölgesine gönderilmek üzere hazır eski giysiler ile dolu üç yüz karton kutu vardı.
- There were three hundred cardboard boxes filled with old clothes ready to be sent to the disaster area.
Tom oyuncak ayıları, kartpostal ve pulları, eski paraları, taş ve mineralleri, trafik plakaları ve jant kapaklarını yani kısacası hemen hemen her şeyi toplar.
- Tom collects teddy bears, postcards and stamps, old coins, stones and minerals, number plates and hubcaps - in short: almost everything.
O yaşlı ve deneyimli.
- She is old and experienced.
Yaşlı adam hayat hakkında birçok konuda deneyimli ve bilgili.
- The old man is wise and knows many things about life.
Onun kocası o eski şapkasını atmasını istedi.
- Her husband asked her to throw that old hat away.
Biz zamanlar kocası yıllar önce ölmüş olan yaşlı bir kraliçe vardı ve onun da güzel bir kızı vardı.
- There was once upon a time an old Queen whose husband had been dead for many years, and she had a beautiful daughter.
Bir bebek olarak dört ayak üzerinde emekler, sonra iki bacak üstünde yürümeyi öğrenir, sonunda yaşlılıkta bir değneye ihtiyacı olur.
- It crawls on all fours as a baby, then learns to walk on two legs, and finally needs a cane in old age.
İki yıl önce yaşlılıktan öldü.
- He died of old age two years ago.
But over my old life, a new life had formed.
My great-grandfather lived to be a hundred and one years old.
a wrinkled old man.
When he got drunk and quarrelsome they just gave him the old heave-ho.
We're having a good old time.
The footpath follows the route of an old railway line.
Your constant pestering is getting old.
an old friend.
An old loaf of bread.
I find that an old toothbrush is good to clean the keyboard with.
Tom is my elder brother.
- Tom is my older brother.
You must be polite to your elders.
- Honour the face of the old man.
She is two years older than you.
- She's two years older than you.
She is a good deal older than he.
- She's a lot older than he is.