yoğunluk

listen to the pronunciation of yoğunluk
Türkçe - İngilizce
density
intensity
concentration
consistency
volume
thickness
denseness
consistence
depth
compactness
intension
congestion
turbidity
intensity , density
density, thickness; intensity
density; thickness
intenseness
intensiveness
turbid
(Gıda) population
(Otomotiv) gravity
packing
thick
yoğun
intense

It was July. The heat was intense. - Aylardan temmuzdu. Isı yoğundu.

Tom is a very intense person. - Tom çok yoğun bir kişi.

yoğun
dense

Our plane couldn't land on account of the dense fog. - Uçağımız yoğun sis nedeniyle inemedi.

Earth is the densest planet of the Solar System. - Dünya güneş sisteminin en yoğun gezegenidir.

yoğun
intensive

I've started exercising more intensively for a shorter amount of time. - Ben kısa bir süre için daha yoğun egzersiz yapmaya başladım.

Intensive communication between teacher and student is the key to effective teaching. - Öğretmen ve öğrenci arasındaki yoğun iletişim etkili öğretim için anahtardır.

yoğunluk kazanmak
intensify
yoğunluk düzeyi
intensity level
yoğunluk fonksiyonu
density function
yoğunluk işlevi
density function
yoğunluk modülasyonu
density modulation
yoğunluk süzgeci
neutral density filter
yoğunluk yüksekliği
density altitude
yoğunluk ölçer
pycnometer
yoğunluk ölçer
spindle
yoğunluk şişesi
density bottle, pycnometer, pyknometer piknometre
yoğun
{s} hectic

Tom had a hectic week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

After a hectic few days at work, Tom is looking forward to a change of pace. - İşte yoğun geçen birkaç günden sonra, Tom bir değişikliği iple çekiyor.

yoğun
thick

We walked through thick bushes. - Biz yoğun çalılıkların arasından yürüdük.

Boil the soup down until it becomes thick. - Çorba yoğunlaşana kadar kaynatın.

yoğun
rush hour

It's almost rush hour. - Neredeyse yoğun saatler.

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
extensive

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

yoğun
{s} busy

I've had a very busy morning. - Çok yoğun bir sabah geçirdim.

Tom has had a busy week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

yoğun
{s} rich
yoğun
concentrated

She concentrated on one thing. - O bir şey üzerinde yoğunlaştı.

Taro concentrated on memorizing English words. - Taro, İngilizce kelimeleri ezberlemek üzerinde yoğunlaştı.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
elektriksel yoğunluk
electric density
hacim yoğunluk
(Jeoloji) bulk density
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

If you had left a little earlier, you would have avoided the heavy traffic. - Biraz daha erken çıkmış olsaydın, yoğun trafikten kurtulmuş olurdun.

yoğun
intensively

Yumi is studying English intensively. - Yumi yoğun biçimde İngilizce çalışıyor.

The cat looked intensively at him with her big, round, blue eyes. - Kedi büyük, yuvarlak, mavi gözleriyle yoğun olarak ona baktı.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

Because of the thick fog, the street was hard to see. - Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.

We were late for school because it was raining hard. - Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.

birden yoğunluk kazanmak
abrubtly/suddenly intensify
bağıl yoğunluk
relative density
birden yoğunluk kazanmak
suddenly become dense
birden yoğunluk kazanmak
gain (a) sudden intensity
birden yoğunluk kazanmak
suddenly become intense
birden yoğunluk kazanmak
suddenly intensify
birden yoğunluk kazanmak
intensify abrubtly
birden yoğunluk kazanmak
intensify suddenly
biyolojik yoğunluk faktörü
(Biyoloji) bioconcentration factor
görünen yoğunluk
apparent density
kirlilik yoğunluk modeli
(Meteoroloji) perturbation model
kritik yoğunluk
critical density
manyetik yoğunluk
magnetic density
mutlak yoğunluk
absolute density
nispi yoğunluk
(Fizik,Teknik) relative density
nispi özgül yoğunluk
relative specific density
optik yoğunluk
optical density
ortalama yoğunluk
average density
salt yoğunluk
absolute density
spektral yoğunluk
spectral density
volumetrik yoğunluk
volumetric density
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yüksek yoğunluk
high density
yüksek yoğunluk comp
high density
çifte yoğunluk
double density
çifte yoğunluk comp
double density
Türkçe - Türkçe
Yoğun bir maddenin özelliği
Bir cismin, bir santimetre küplük kütlesinin aynı hacimdeki +4°C lik suya göre oranı, kesafet
(Osmanlı Dönemi) ŞESEL
kesafet
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunluk