yoğunlaşma

listen to the pronunciation of yoğunlaşma
Türkçe - İngilizce
condensation
thickening
polarity
{i} concentration
concentrate

I need to concentrate. - Yoğunlaşmam gerekiyor.

He tried to concentrate on the letter. - Mektuba yoğunlaşmaya çalıştı.

(Havacılık) curing
{i} condensing
(Nükleer Bilimler) densification
(Nükleer Bilimler) densify
yoğun
intense

Art is the most intense mode of individualism that the world has known. - Sanat dünyanın bildiği bireyciliğin en yoğun biçimidir.

Tom is a very intense person. - Tom çok yoğun bir kişi.

yoğun
dense

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

Earth is the densest planet of the Solar System. - Dünya güneş sisteminin en yoğun gezegenidir.

yoğun
intensive

Intensive communication between teacher and student is the key to effective teaching. - Öğretmen ve öğrenci arasındaki yoğun iletişim etkili öğretim için anahtardır.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğunlaşmak
concentrate

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

yoğunlaşma bulutu
condensation cloud
yoğunlaşma izi: bazı şartlar altında uçuş halindeki bir füze veya diğer araç ger
(Askeri) condensation trail
yoğunlaşma katsayısı
condensation coefficient
yoğunlaşma noktası
dew point
yoğunlaşma çekirdeği
condensation nucleus
yoğunlaşmak
{f} condense
yoğun
{s} hectic

We have a hectic week ahead of us. - Önümüzde yoğun bir hafta var.

The daily life can be busy, hectic and sometimes overwhelming. - Günlük yaşam, yoğun, telaşlı ve bazen ezici olabilir.

yoğun
thick

Before long, the ghost disappeared into a thick fog. - Çok geçmeden önce, hayalet yoğun siste kayboldu.

Because of the thick fog, the street was hard to see. - Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.

yoğun
rush hour

It's almost rush hour. - Neredeyse yoğun saatler.

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
extensive

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

yoğun
{s} busy

I've had a very busy morning. - Çok yoğun bir sabah geçirdim.

I have rather a busy afternoon in front of me. - Önümde oldukça yoğun bir öğleden sonram var.

yoğun
{s} rich
yoğunlaşmak
intensify
yoğunlaşmak
(Denizbilim) condence
yoğunlaşmak
concentrate on

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

yoğun
concentrated

I concentrated my attention on the subject. - Ben, dikkatimi konuya yoğunlaştırdım.

Taro concentrated on memorizing English words. - Taro, İngilizce kelimeleri ezberlemek üzerinde yoğunlaştı.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

If you had left a little earlier, you would have avoided the heavy traffic. - Biraz daha erken çıkmış olsaydın, yoğun trafikten kurtulmuş olurdun.

He took a detour to avoid the heavy traffic. - Yoğun trafikten kaçınmak için tali yoldan gitti.

yoğun
intensively

Yumi is studying English intensively. - Yumi yoğun biçimde İngilizce çalışıyor.

The cat looked intensively at him with her big, round, blue eyes. - Kedi büyük, yuvarlak, mavi gözleriyle yoğun olarak ona baktı.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğunlaşmak
become intense
yoğunlaşmak
centre
yoğunlaşmak
(Denizbilim) condensed
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

We were late for school because it was raining hard. - Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.

biyo yoğunlaşma faktörü
(Jeoloji) bioconcentration factor
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yoğunlaşmak
to become dense, to condense, to thicken; to become intense, to intensify
yoğunlaşmak
centre [Brit.]
yoğunlaşmak
to become dense, densen; to become thick, thicken
yoğunlaşmak
to become intense, intensify; to increase, step up
yoğunlaşmak
thicken
yoğunlaşmak
zoom
yoğunlaşmak
center
yoğunlaşmak
zero in on
yoğunlaşmak
precipitate
Türkçe - Türkçe
Buharın sıvı veya katı duruma geçmesi
Yoğunlaşmak işi
Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
Yoğunlaşmak
tekasüf etmek
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunlaşmak
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek: "Atlar benekli bir yıldız alacasında, şehit cesetlerinden yoğunlaşmış bir kokuyu, kalın bir sis gibi dağıta dağıta ilerliyorlardı."- A. İlhan
yoğunlaşmak
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek
yoğunlaşma