According to the old man I met yesterday, cockroaches can be eaten and don't taste all that bad.
- Dün tanıştığım yaşlı adama göre hamamböcekleri yenilebilir ve o kadar kötü tad vermez.
Tom finally talked Mary into lending him her accordion.
- Tom sonunda Mary'yi akordeonunu ona ödünç vermesi için ikna etti.
Layla didn't want to surrender her virginity.
- Leyla bekaretini vermek istemedi.
I don't supply my real name to any Internet site.
- Hiçbir İnternet sitesine gerçek adımı vermem.
I don't supply my real name to any site on the Internet.
- İnternet'te hiçbir siteye gerçek adımı vermem.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
Grant refused to give them a firm promise.
- Grant onlara sağlam bir söz vermeyi reddetti.
Instead of giving Alex a nut each time he said something, she'd only give it when he specifically said nut.
- O, Alex'e her konuşmasında bir ceviz verme yerine, onu sadece özellikle ceviz dediğinde verecekti.
Tom continued giving concerts until he died.
- Tom ölünceye kadar konserler vermeye devam etti.
Before bearing fruit, orange trees blossom with a flower called an azahar.
- Meyve vermeden önce portakal ağaçları azahar adı verilen bir çiçekle çiçek açarlar.
Before bearing fruit, orange trees bloom with orange blossoms.
- Meyve vermeden önce, portakal ağaçları turuncu çiçekleri ile çiçek açar.
They wanted to give Koko a new pet.
- Koko'ya yeni bir evcil hayvan vermek istediler.
I would like to give him a present for his birthday.
- Ona doğum günü için bir hediye vermek istiyorum.
He pulled aside to let a truck pass.
- Bir kamyonun geçmesine izin vermek için kenara çekti.
Tom stepped aside to allow Mary to pass.
- Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.
It is stupid of you to lend him your money.
- Paranı ona ödünç vermek senin aptallığın.
Tom should have known better than to lend money to Mary.
- Tom Mary'ye ödünç para vermekten daha iyisini bilmeliydi.
It's best to let us handle it.
- En iyisi onunla başa çıkmamıza izin vermektir.
It seemed like the whole school raised their hand to bid.
- Bütün okul teklif vermek için elini kaldırdı gibi görünüyordu.
Tom asked me if I would be willing to contribute some money.
- Tom bana biraz para vermek için istekli olup olmayacağımı sordu.
I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue.
- Sanırım hapşıracağım... Bana bir mendil ver.
Give me something to do.
- Bana yapacak bir şey ver.
Nobody would loan me money.
- Kimse bana para borç vermez.
It rests with you to decide whom to choose for the job.
- İş için kimi seçeceğine karar vermek sana kalmış.
Tom needed to decide whether he would continue working in Boston.
- Tom Boston'da çalışmaya devam edip etmeyeceği konusunda karar vermeliydi.
We should determine what is to be done first.
- Önce ne yapılacağına karar vermeliyiz.
Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
- Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
Please take your time before deciding what to do.
- Lütfen ne yapacağınıza karar vermeden önce zaman ayırın.
The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
- İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
I voted for the bond issue.
- Tahvil ihracı lehinde oy verdim.
Thus, the ethical issue remains: Should cigarette makers be allowed to target global markets?
- Bu yüzden, etik sorun devam ediyor: sigara üreticilerine hedef küresel pazarlara izin verilmeli mi?
We have three hours to decide whether we're going to accept their offer.
- Onların teklifini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.
I'm here to give you a special offer.
- Size özel bir teklif vermek için buradayım.
This serves to show how honest she is.
- Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.
The recipe serves six people.
- Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.
He wants to impart his wisdom to you.
- O, bilgeliğini sana vermek istiyor.
I don't want to pay through the nose for a hotel room.
- Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
I had to lend Tom money so he could pay his rent.
- Kirasını ödeyebilsin diye Tom'a parayı ödünç vermek zorunda kaldım.
I want to give him a present for his birthday.
- Doğum günü için ona bir hediye vermek istiyorum.
I would like to give him a present for his birthday.
- Ona doğum günü için bir hediye vermek istiyorum.
Layla didn't want to surrender her virginity.
- Leyla bekaretini vermek istemedi.
We tried to figure out the problem our professor had given us, but it seemed confusing.
- Profesörün bize verdiği problemi çözmeye çalıştık fakat karışık görünüyordu.
Allen was given a problem that was impossible to solve.
- Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
I cannot render a judgment on that.
- Bu konuda bir karar veremiyorum.
Any man who can drive safely while kissing a pretty lady is simply not giving the kiss the attention it deserves.
- Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü sadece öpücüğe hakettiği ilgiyi vermiyordur.
The object flew away to the south, giving out flashes of light.
- Nesne, yanıp sönen ışıklar vererek, güneye doğru uçtu.
My uncle gave him a present.
- Amcam ona bir hediye verdi.
I took one, and gave the other apples to my little sister.
- Birini ben aldım, diğer elmaları ise küçük kız kardeşime verdim.
He'll be granted American citizenship.
- Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.
Lincoln granted liberty to slaves.
- Lincoln kölelere özgürlük verdi.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
- Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
The college bestowed an honorary degree on him.
- Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.
Maybe they don't want to give away their positions.
- Belki de onlar pozisyonlarını vermek istemiyorlar.
Why must you give away all of my secrets?
- Neden bütün sırlarımı dışarı vermek zorundasın?
In most cases we had to give in to their demands.
- Çoğu zaman onların istediklerini vermek zorunda kaldık.
He forgot to give back my dictionary.
- Sözlüğümü geri vermeyi unuttu.
I've made up my mind to give back all the money I stole.
- Çaldığım bütün paraları geri vermeye karar verdim.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
Lincoln granted liberty to slaves.
- Lincoln kölelere özgürlük verdi.
Tom finally talked Mary into lending him her accordion.
- Tom sonunda Mary'yi akordeonunu ona ödünç vermesi için ikna etti.
I finally talked Tom into lending me his bicycle.
- Sonunda Tom'u bisikletini bana ödünç vermesi için ikna ettim.
When you go abroad, you'd better keep in mind that tipping is necessary.
- Yurt dışına gittiğinizde, bahşiş vermenin gerekli olduğunu aklınızda tutsanız iyi olur.
I am very happy to see you.
- I'm very happy to see you.
I am very happy to see you.
- I am very glad to see you.