Bir sadist acı vermekten; bir mazoşist onu almaktan hoşlanır.
- A sadist likes inflicting pain; a masochist, receiving it.
Çok acıklı bir durumla karşı karşıyayız.
- We are faced with a very sad situation.
Ne kadar hüzünlü ve acıklı!
- How sad and pathetic!
Çok acıklı bir durumla karşı karşıyayız.
- We are faced with a very sad situation.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
Bu öylesine hüzünlü bir hikaye.
- This is such a sad story.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı.
- Smiling sadly, she began to talk.
O, bana üzüntülü şekilde baktı.
- She looked sadly at me.
Chris, Beth'in değerli kol saatini bulamadığını duyduğunda üzüntüsünü gizleyemedi.
- Chris could not conceal his sadness when he heard that Beth had been unable to find his valuable watch.
tristhio-dimethyl-benzaldehyde, {C6H3(CH3)2CHS}3.