Şehir harabeye dönmüştü.
- The city was in ruins.
Kale şimdi harabe halinde.
- The castle is now in ruins.
Ben gününü mahvetmek istemiyorum.
- I don't want to ruin your day.
Onun gününü mahvetmek istemediğim için Tom'a ondan bahsetmedim.
- I didn't tell Tom about it because I didn't want to ruin his day.
Tom'un tatilini bozmak istemiyorum.
- I don't want to ruin Tom's holiday.
Sana daha önce söylerdim ama akşam yemeğini bozmak istemedim.
- I would've told you earlier, but I didn't want to ruin dinner.
Anı berbat etmek zorundaydın, değil mi?
- You had to ruin the moment, didn't you?
O insanlar hükümetlerini yıktılar ama onu tekrar nasıl inşa edeceklerini bilmiyorlar.
- Those people ruin their government, but they don't know how to build it again.
Tembellik yıkıma yol açar.
- Idleness leads to ruin.
Başka herkes için onu mahvedenler sizin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining it for everyone else.
Taş Devri kalıntıları keşfedildi.
- The Stone Age ruins were discovered.
Uzaktaki antik kalıntıları görebilirsiniz.
- You can see the ancient ruins in the distance.
Ülkemizi tahrip edenler senin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining our country.
Tembellik yıkıma yol açar.
- Idleness leads to ruin.
Savaş ülkeye yıkım getirdi.
- The war brought ruin to the country.
Onun işinin iflasın eşiğinde olduğunu duyuyorum.
- I hear his business is on the verge of ruin.
In one way, indeed, he bade fair to ruin us; for he kept on staying week after week, and at last month after month, so that all the money had been long exhausted.
The monastery has fallen into ruin.
My car breaking down just as I was on the road ruined my vacation.
He ruined his new white slacks by accidentally spilling oil on them.