eski

listen to the pronunciation of eski
Turkish - English
old

There was nothing but an old chair in the room. - Odada eski bir sandalyeden başka bir şey yoktu.

Replace the old tires with new ones. - Eski tekerlekleri yenisiyle değiştir.

former

I shook hands with the former student. - Eski öğrenciyle tokalaştım.

Lincoln greeted his former political rival. - Lincoln eski siyasi rakibini karşıladı.

past

If two past lovers can remain friends, it's either because they are still in love, or they never were. - İki eski âşık arkadaş kalabiliyorsa, ya onlar hâlâ aşıktır ya da hiç olmadılar.

People attach more importance to popular culture today than in the past. - İnsanlar günümüzde popüler kültüre eskisinden daha çok önem vermekte.

ci-devant
outmoded
passee
disuse
decrepit
anterior
old-timer
(Gıda) aged

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

fusty
paleo-
ex-

Tom is Mary's ex-husband. - Tom Mary'nin eski kocasıdır.

Tom is Mary's ex-boyfriend. - Tom Mary'nin eski erkek arkadaşı.

(Dilbilim) given

Tom's old car has finally given up the ghost. - Tom'un eski arabası sonunda bozuldu.

Maybe I shouldn't have given Tom my old bicycle. - Belki Tom'a eski bisikletimi vermemeliydim.

shabby

In the end, we ended up eating at that shabby restaurant. - Sonunda, biz, o eski püskü lokantada yemek yemeyi sona erdirdik.

Apparently that shabby flat is vacant. - Anlaşılan o eski püskü daire boş.

(Bilgisayar) out-of-date
by gone
older

Our car is three years older than yours. - Arabamız sizinkinden üç yıl daha eski.

Which is older, this book or that one? - Hangisi daha eskidir, bu kitap mı yoksa şu mu?

back

Tom and Mary were my backup singers back when I used to perform. - Eskiden konser verdiğimde Tom ve Mary arkada benim yedek şarkıcılarımdı.

Although it was a long way back to the station, little by little the old wagon drew near. - İstasyona geri dönüş uzun bir yol olmasına rağmen, eski vagon yavaş yavaş yaklaştı.

of yore

Whom the gods love die young, was said of yore. - Tanrıların sevdiği insan genç ölür, demiş eskiler.

Whom the gods love die young, was said of yore. - Tanrıların sevdikleri genç ölür, denirmiş eskiden.

old-fashioned

I'm a bit old-fashioned. - Ben biraz eski kafalıyım.

My daughter tells me I'm old-fashioned because I don't use a cellphone. - Kızım eski kafalı olduğumu söyler çünkü cep telefonu kullanmam.

worn-out

Now that we've bought new furniture for the room, why not throw away this old, worn-out furniture? - Madem ki oda için yeni mobilya aldık,neden bu eski, yıpranmış mobilyayı atmıyoruz?

chronic
dated
(Askeri) predecessor
cut-and-dried
corny
ex-service
(Bilgisayar) from

Modern cars differ from the early ones in many ways. - Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.

He still writes novels from time to time, but not as often as he used to. - O hâlâ zaman zaman romanlar yazar fakat eskisi kadar sık değil.

outdated

We’ve all heard of outdated laws that remain on the books from earlier times, many of which are good for a few laughs. - Hepimiz eski zamanlardan kitaplarda kalan eski yasaları duyduk, bunların çoğu birkaç kahkaha için iyidir.

preconceived
old, ancient
vet
earlier

We’ve all heard of outdated laws that remain on the books from earlier times, many of which are good for a few laughs. - Hepimiz eski zamanlardan kitaplarda kalan eski yasaları duyduk, bunların çoğu birkaç kahkaha için iyidir.

He came a little earlier than he used to. - Eskisinden biraz daha erken geldi.

old-time
prior

Tom has no prior criminal record. - Tom'un eski suç kaydı yok.

old timer
late

Sooner or later, we'll have to buy a new TV since the TV we have now is a very old model. - Er ya da geç, şu an sahip olduğumuz TV çok eski bir model olduğu için yeni bir televizyon almak zorunda kalacağız.

Tom always gives the same old excuse for being late for school. - Tom okula geç kaldığı için her zaman aynı eski bahaneyi verir.

of long standing
onetime
old, bygone; ancient; former, veteran, ex, late, onetime, previous; obsolete, obsolescent; archaic, dated; old-fashioned, antiquated, out of date, outmoded, dated, corny; worn-out, shabby; secondhand, used; back
erstwhile
former, ex-; veteran
disused
veteran
immemorial

Students have complained about homework assignments since time immemorial. - Öğrenciler çok eski zamanlardan beri ev ödevleri hakkında yakınıyorlar.

bygone

I'm willing to let bygones be bygones. - Eski defterleri kapatmaya hazırım.

trite
archaic
sometime

In Japan, we still sometimes see someone use an abacus, but not as often as we used to. - Japonya'da hala bazen birinin abaküs kullandığını görüyoruz, ancak eskisi kadar sık değil.

Sometimes Tom came to meet his old friends. - Bazen Tom eski dostlarıyla görüşmeye geliyordu.

previous

He didn't give us his previous employment record. - O bize eski iş kaydını vermedi.

past events, what went before
old, worn-out; secondhand
quondam
cut and dried
olden

But where are the snows of olden days? - Ama eski günlerin karları nerede?

out of date

This old book is quite out of date. - Bu eski kitap oldukça demode.

of old

Because I am a student of old language. - Çünkü ben eski bir dil öğrencisiyim.

There are a lot of old cities in Italy. Rome and Venice, for example. - İtalya'da birçok eski kent vardır. Örneğin Roma ve Venedik.

obsolete

This is an obsolete usage. - Bu eski bir kullanımdır.

Your computer is obsolete. You need to buy a new one. - Bilgisayarınız eskimiş. Yeni bir tane almalısınız.

ex
ancient; early
passe

The former president of South Africa has passed away. - Güney Afrika'nın eski devlet başkanı vefat etti.

vintage

Is this a vintage car? - Bu eski model bir araba mı?

I bought it at the vintage clothing store. - Onu eski giysi dükkanından aldım.

{s} ancient

Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms. - Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.

Contemporary Persian poems haven’t been known in west world as well as ancient ones. - Eski olanlarının yanı sıra çağdaş Farsça şiirler batı dünyasında bilinmemektedir.

{i} restoration

Laser rays are used in the restoration of ancient works. - Lazer ışınları eski eserlerin restorasyonunda kullanılmaktadır.

superannuated
used

France's currency was the franc, and its symbol was ₣. While it is no longer used in France, francs are still in use in some former French colonies such as Guinea. - Fransa'nın para birimi franktı ve sembolü ₣ idi. Frank Fransa'da artık kullanılmıyor ama Gine gibi bazı eski Fransız kolonilerinde hâlâ kullanılmaktadır.

Soccer is more popular in Japan than it used to be. - Futbol Japonya'da eskisinden daha popüler.

shot
unto
eski kurt
veteran
eski püskü
tatty
eski püskü
ragged
eski püskü
shabby

He is mixed up with something shabby. - Eski püskü bazı şeylerle karıştırdı.

Apparently that shabby flat is vacant. - Anlaşılan o eski püskü daire boş.

eski zamanlar
old

I have enjoyed seeing you and talking about old times. - Seni görmekten ve eski zamanlardan bahsetmekten zevk aldım.

Tom and Mary wanted to talk about old times. - Tom ve Mary eski zamanlar hakkında konuşmak istediler.

eski görevine vermek
reinstate
eski haline dönmek
revert
eski kafalı
fuddy-duddy
eski püskü
threadbare
eski uygarlık
antiquity
eski (teknoloji/makine vb)
outmoded
eski para ve tartı sistemi
talent
Eski Roma Alfabesi
Ancient Roman Alphabet
Eski çamlar bardak oldu
(Atasözü) - Other times, other ways.- Let bygones be bygones
eski bir ağırlık ölçüsü birimi
A unit of measure of weight in the former
eski bir rus parası
A former Russian currency
eski
Ex spouse, ex wife or ex husband
eski eşya
older articles
eski japonya'da tüccar sınıfı
the old merchant class in Japan
eski kaşar
aged kasseri
eski kaşar peyniri
aged kasseri
eski yapılar, eski eserler
old buildings, ancient monuments
eski yunan
Ancient Greek
eski zağra
Stara Zagora
eski çağ
ancient period
eski çağlar
antiquity
eskiden olduğu gibi, eski tarzda
as before, the old style
eski hamam eski tas
(Konuşma Dili) Nothing has changed; it's business as usual
eski hamam eski tas
the same old thing
eski tas eski hamam
the same old story
eski zaman
past
eski püskü
seedy
eski türkçe
old turkish
eski hükümlü
convicted previously
eski püskü
tattered
eski püskü
moth-eaten
eski zaman
yore
eski zaman
lang syne
eski eser
antiquarianism
eski sevgili
ex love

his ex lover ilsa.

eski zaman
in ancient time
eski zaman
former time
eski dost
old friend

You shouldn't neglect good old friends. - İyi eski dostları ihmal etmemelisiniz.

Tom said you're old friends. - Tom sizin eski dost olduğunuzu söyledi.

eski dost
old bean
eski dost
old boy
eski dost
old crony
eski eser
relic
eski püskü
worn out
eski püskü
shabby, ragged, worn-out, threadbare, tattered, tatty
eski püskü
old and battered-looking, shabby
eski püskü
moth eaten
eski sevgili
old flame
eski sevgili
(deyim) an old flame
eski usul
old style
eski usul
primitive
eski zaman
antiquity
eski zaman
old-time
eski zaman
langsyne
eski zaman
yesteryear
eski zaman
old time
eski zaman
paleo
eskiler
the old

We need to hire new workers, the old ones have been fired. - Yeni işçiler istihdam etmemiz gerekiyor, eskiler kovuldu.

I can't understand why people are frightened of new ideas. I'm frightened of the old ones. - İnsanların yeni fikirlerden neden korktuklarını anlayamıyorum. Ben eskilerinden korkarım.

eskiler
old goods
eskiler
the ancients
eskiler
old things
eskiler
ancients
eskiler
tot
Turkish - Turkish
Çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş (şey)
Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan: "Ey benim eski duygularım, eski düşüncelerim
Herhangi bir meslekte uzun süreden beri çalışmış olan
Geçerli olmayan: "Bugün mekteplerimiz artık o eski mektepler değildir."- R. N. Güntekin
Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan
Mesleğinde uzmanlaşmış, tecrübesi olan
Önceki, sabık
Geçmiş çağlardaki: "Kendimi eski zamanların eski bir gecesinde gayet geç bir saatte sokakta dolaşıyorum sanıyordum."- R. N. Güntekin
Geçerli olmayan
Mesleğinde uzmanlaşmış, deneyimi olan
Geçmiş çağlardaki
Neden böyle uzaksınız benden?"- N. Ataç. Çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş şey: "Ben babamın eskilerinden uydurma şeylerle giyiniyordum."- H. Z. Uşaklıgil. Önceki, sabık: "Anlatışına bakılırsa, eski kâtibe, şimdi fevkalade şık giyiniyormuş."- H. Taner
Herhangi bir görevden düştüğü veya durumunu yitirdiği için bir kimsenin eski saygınlığının kalmadığını bildirir
Herhangi bir görevden düştüğü veya durumunu yitirdiği için bir kimsenin eski saygınlığının kalmadığı durumlarda kullanılır
(Osmanlı Dönemi) BASTÂN
ezeli
(Osmanlı Dönemi) ÂTIK
eski zağra
(Coğrafya) Eski Zağara (Bulgarca: Стара Загора, Stara Zagora), Güney Bulgaristan'da bulunur. Bölgesinin ekonomi merkezi olmasının yanında en büyük ve en modern Bulgar şehirlerinden birisidir. Eski Zağra ilinde bulunur
Eski dost
kadim dost
Eski zaman
(Osmanlı Dönemi) KADÎM
eski püskü
Çok eski; iyice eski (şeyler)
eskiler
Eski çağ insanları, eski kuşaklar, bizden önce yaşayanlar: "Eskiler arasında beni en çok Fuzuli duygulandırırdı."- S. Birsel
eskiler
Eski eşya