zamanda

listen to the pronunciation of zamanda
Türkisch - Englisch

Definition von zamanda im Türkisch Englisch wörterbuch

aynı zamanda
at the same time

Don't all speak at the same time. - Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.

I like him, but at the same time I don't really trust him. - Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.

zaman
date

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

Mary and I dated a long time ago. - Mary ve ben uzun zaman önce çıktık.

zaman
time

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

zaman
tense

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

zaman
moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

Please drop in at my house when you have a moment. - Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.

zaman
hour

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
size uygun gelen bir zamanda
at your convenience
yakın zamanda
newly
zaman
bout
zaman
while

I often study while listening to music. - Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

I wonder when the rainy season will end. - Yağışlı sezonun ne zaman biteceğini merak ediyorum.

zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

When will you return? - Ne zaman geri döneceksin?

zaman
sands
fakat aynı zamanda
but at the same time
ileriki bir zamanda
future
istenilen zamanda
at will
size uygun bir zamanda
at your convenience
sonraki bir zamanda
at a later time
zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

Tom occasionally visited Mary at her parents' house. - Tom zaman zaman Mary'yi anne babasının evinde ziyaret eder.

zaman
age

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

I'm sick and tired of you always parking in my space. - Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

zaman
times

There are times when I find you really interesting. - Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.

He's behind the times in his methods. - O metotlarında zamanın gerisindedir.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
aynı yerde aynı zamanda
same time same place
aynı yerde aynı zamanda
at the same time, same place
en yakın zamanda
soon
yakın zamanda
in the near future

We wish to invite Peter to Japan in the near future. - Yakın zamanda Peter'ı Japonya'ya davet etmeyi istiyoruz.

zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

In my opinion, Twitter is a waste of time. - Bence Twitter bir zaman kaybıdır.

zaman
to time
aynı zamanda
1. at the same time, simultaneously: Alp ve Aslan aynı zamanda doğdu. Alp and Aslan were born at the same time. 2. at the same time, yet, however, nevertheless: O hafta briç turnuvasına katıldı, aynı zamanda bütün sınavlarını büyük bir başarıyla verdi. That week he played in the bridge tournament, at the same time he passed all his exams with high marks
aynı zamanda
therewithal
aynı zamanda olan
simultaneous
aynı zamanda olma
simultaneity
aynı zamanda olmayan
asynchronous
aynı zamanda yaşamış olan kimse
contemporary
başka zamanda
otherwhile
böyle bir zamanda
at such a time
en kısa zamanda
at the earliest
en kısa zamanda, mümkün olduğunca çabuk
(Askeri) as soon as possible
gelecek zamanda süreklilik
(Dilbilim) future continuous tense
hepsi aynı zamanda
all in unison
kısa zamanda
in a little while
kısa zamanda katetmek
eat up
müsait bir zamanda
in due season
ne kadar zamanda iyileşebilirim
How long will it take to recover
o zamanda
thereat
o zamanda önce
by that time
sizce en uygun zamanda
(Ticaret) at your earliest convenience
uygun bir zamanda
in due season
uygunsuz bir zamanda
at an unearthly hour
uygunsuz zamanda
untimely
yakın zamanda
1. not long ago, recently. 2. soon, in a short time
yakın zamanda olma
recency
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

Ten years is a long time. - On yıl uzun bir zamandır.

Englisch - Englisch

Definition von zamanda im Englisch Englisch wörterbuch

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Türkisch - Türkisch

Definition von zamanda im Türkisch Türkisch wörterbuch

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
aynı zamanda
Hem de, bununla birlikte
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
zamanda
Favoriten