Mount Everest is the world's highest peak.
- Everest dağı dünyanın en yüksek tepesidir.
The firm is known for its high-quality products.
- Firma, yüksek kaliteli ürünleriyle bilinmektedir.
An elevated seaside bike path collapsed in Rio.
- Rio'da bir yüksek sahil bisiklet yolu çöktü.
Two persons were killed when an elevated bike path collapsed in Rio.
- Rio'da bir yüksek bisiklet yolu çöktüğünde iki kişi öldü.
Sami has paid a stiff price for his service.
- Sami hizmeti için yüksek bir fiyat ödedi.
Tom G. Roberts is the Chief Justice of the U.S. Supreme Court.
- Tom G. Roberts, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcıdır.
Judges on the Supreme Court interpret the laws.
- Yüksek mahkeme yargıçları kanunları yorumlarlar.
The teacher told Tom that he couldn't give him anything higher than a C.
- Öğretmen Tom'a ona bir C 'den daha yüksek bir şey veremediğini söyledi.
Milk boils at a higher temperature than water.
- Süt sudan daha yüksek bir ısıda kaynar.
I don't feel well at such a high altitude.
- Böyle yüksek bir irtifada iyi hissetmiyorum.
That tall building across the street is where Tom works.
- Caddenin karşısındaki o yüksek bina Tom'un çalıştığı yerdir.
Driving across desert landscapes can be dangerous when the summer temperatures are high.
- Yaz sıcaklıkları yüksek olduğunda çöl manzaraları karşısında sürüş tehlikeli olabilir.
The height of the tower is above 100 meters.
- Kulenin yüksekliği 100 metrenin üzerindedir.
She spoke above her breath.
- O yüksek sesle konuştu.
Do you see that tall building over there?
- Oradaki yüksek binayı görüyor musun?
You see that tall building over there, don't you?
- Şuradaki yüksek binayı görüyorsun değil mi?
They are talking loudly when they know they are disturbing others.
- Başkalarını rahatsız ettiklerini öğrendiklerinde yüksek sesle konuşuyorlardı..
He began to cry loudly.
- O, yüksek bir sesle ağlamaya başladı.
We have lofty expectations.
- Yüksek beklentilerimiz var.
This mountain isn't a lofty one.
- Bu dağ yüksek değildir.
She wears high heels to make herself look taller.
- O kendini daha uzun göstermek için yüksek topuklu ayakkabılar giyiyor.
There are a lot of tall buildings in New York.
- New York'ta çok sayıda yüksek binalar vardır.
My grandson cries very loud.
- Benim torunum çok yüksek sesle bağırır.
Speak louder. Your grandfather's hearing isn't so good.
- Daha yüksek sesle konuş. Büyükbaban pek de iyi duymuyor.
This high-rise building has five lifts.
- Bu yüksek katlı binanın beş asansörü var.
At that time, tariffs were high on many products.
- O zaman, tarifeler birçok üründe yüksekti.
That is not high on my list of priorities.
- O benim öncelikler listemde yüksek değil.
I spoke loudly so that everyone could hear me.
- Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
Speak louder so everyone can hear you.
- Daha yüksek sesle konuşun böylece herkes sizi duyabilir.
I could not stop myself from crying aloud.
- Yüksek sesle ağlamaktan kendimi alamadım.
Please read it aloud so that everyone can hear.
- Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
Someone is knocking loudly at the door.
- Birisi yüksek sesle kapıyı çalıyor.
You don't have to talk so loud.
- Çok yüksek sesle konuşmak zorunda değilsiniz.
Tom was trying hard not to laugh out loud.
- Tom yüksek sesle gülmemeye çalışıyordu.
I felt an impulse to cry out loud.
- Yüksek sesle bağırmak için bir dürtü hissettim.
Tom has friends in high places.
- Tom'un yüksek yerlerde arkadaşları var.
It must be nice to have friends in high places.
- Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
Tom doesn't like loud music.
- Tom yüksek sesli müziği sevmez.
Tom can't stand loud music.
- Tom yüksek sesli müziğe katlanamaz.
He continued his studies at graduate school.
- Yüksek lisans okulunda çalışmalarını sürdürdü.
Mary is a graduate student.
- Mary bir yüksek lisans öğrencisidir.
I spoke loudly so that everyone could hear me.
- Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
Tom told Mary not to laugh so loudly.
- Tom Mary'ye çok yüksek sesle gülmemesini söyledi.
The university conferred its highest degree on him.
- Üniversite ona en yüksek dereceyi bahşetti.
This work calls for a high degree of skill.
- Bu iş yüksek derecede yetenek gerektiriyor.
Heroin is highly addictive.
- Eroin yüksek derecede bağımlılık yapar.
I have a master's degree in mathematics.
- Matematikte yüksek lisans derecem var.
He has a master's degree in mathematics.
- O matematik alanında yüksek lisans derecesine sahiptir.
I could not stop myself from crying aloud.
- Yüksek sesle ağlamaktan kendimi alamadım.
I felt an impulse to cry out loud.
- Yüksek sesle bağırmak için bir dürtü hissettim.
A general is a high-ranking military officer.
- Bir general yüksek rütbeli bir subaydır.
You must speak out against injustice.
- Haksızlığa karşı yüksek sesle konuşmalısın.
I felt an impulse to cry out loud.
- Yüksek sesle bağırmak için bir dürtü hissettim.
Today's modern tractors and combines are equipped with high technology.
- Bugünün modern traktörleri ve biçerdöverleri yüksek teknoloji ile donatılmıştır.
She was wearing a short skirt and high heels.
- O, kısa bir etek ve yüksek topuklu ayakkabı giyiyordu.
Tom's foot was once crushed by a woman wearing high heels in the train.
- Bir zamanlar Tom'un ayağı trende yüksek topuklu giyen bir kadın tarafından ezildi.