O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching English.
Çocuk oturma odasında duruyor.
- The boy is standing in the living room.
Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
- When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
- I can't spend the rest of my life living with Tom.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler.
- The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.
Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.
- She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.
Şehirde yaşayan insanlar kır yaşantısının zevklerini bilmezler.
- People living in town don't know the pleasures of country life.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı.
- The number of the living was smaller than that of the dead.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- The statistics show that our standard of living is high.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Yaşam, yaşayanlara aittir ve yaşayan, değişim için hazırlanmalıdır.
- Life belongs to the living, and he who lives must be prepared for change.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
It is also pertinent to note that the current obvious decline in work on holarctic hepatics most surely reflects a current obsession with cataloging and with nomenclature of the organisms—as divorced from their study as living entities.
What do you do for a living?.
He almost beat the living daylights out of me.
... Our closest living ancestors, the chimpanzees, live in the tropics. ...
... Because if there's a two parent family, the prospect of living in poverty goes down ...