There's nothing worse than loneliness.
- Yalnızlıktan daha kötü bir şey yok.
What's the best cure for loneliness?
- Yalnızlık için en iyi tedavi nedir?
Solitude is independence.
- Yalnızlık bağımsızlıktır.
The worst solitude is to be destitute of sincere friendship.
- En kötü yalnızlık, samimi bir dosttan mahrum olmaktır.
We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things.
- Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
You feel lonesome, don't you?
- Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?
Lonesome George was the last giant tortoise of his kind.
- Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
Only six people were present at the party.
- Partide yalnızca altı kişi vardı.
I only study in the library.
- Yalnızca kütüphanede çalışırım.
I like a solitary walk.
- Yalnız yürümeyi severim.
Aardvarks are solitary animals.
- Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
This city is cold and lonely without you.
- Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
Mary is a single mom.
- Mary yalnız bir anne.
He remained single till the end of his day.
- O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
You're not going there by yourself, are you?
- Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
You shouldn't go out after dark by yourself.
- Hava karardıktan sonra yalnız başına dışarı çıkmamalısın.
This just has to be his umbrella.
- Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
They just wanted to be left alone.
- Sadece yalnız bırakılmak istediler.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
If I heard a noise in the kitchen but was home alone, I would go to see what happened.
- Mutfakta bir gürültü duysam fakat evde yalnız olsam, ne olduğunu görmek için giderim.
Mariko studied not only English but also German.
- Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.