You must eat to live. You must not live to eat.
- Yaşamak için yemelisin.Yemek için yaşamamalısın.
He will have lived here for ten years by the end of next month.
- Gelecek ayın sonunda on yıldır burada yaşamakta olacak.
I don't want to go through another experience like that.
- Böyle başka bir deneyim yaşamak istemiyorum.
You don't need to be an artist in order to experience beauty every day.
- Her gün güzelliği yaşamak için sanatçı olmana gerek yok.
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
Tom doesn't know where Mary wants to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyor.
Layla knows she hasn't got long to live.
- Leyla uzun süre yaşamak zorunda olmadığını biliyor.
I'd rather die now than vegetate for fifty more years.
- Elli yıl daha ot gibi yaşamaktansa şimdi ölmeyi tercih ederim.
Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II.
- Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.
Meerkats live in Africa.
- Mirketler Afrika'da yaşar.
Some Westerners no longer believe that their soul exists and that they have eternal life.
- Bazı Batılılar ruhlarının var olduğuna ve sonsuz yaşama sahip olduklarına artık inanmıyorlar.
If it wasn't for alcohol, none of us would exist.
- Eğer alkol olmasa, hiç birimiz yaşamayız.
I wonder if keeping your head down and living safely is a survival instinct.
- Başını yere eğmenin ve güvenle yaşamanın bir hayatta kalma içgüdüsü olup olmadığını merak ediyorum.
Caribou can see ultraviolet light. This ability is crucial to their survival in a harsh Arctic environment.
- Caribou ultraviyole ışığı görebilir. Bu yetenek sert Arktik ortamda yaşamaları için hayati önem taşımaktadır.
I love living with you.
- Sizinle yaşamayı seviyorum.
I think that our living together has influenced your habits.
- Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
I am having trouble with the car = araba ile sorun yaşıyorum.
They don't want to live together.
- Birlikte yaşamak istemiyorlar.
Is it possible to live together and yet still be alone?
- Birlikte yaşamak ve hâlâ yalnız olmak mümkün mü?
Tom is easy to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak kolay.
Tom is hard to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak zor.
To love life means to live well.
- Hayatı sevmek, iyi yaşamak anlamına gelir.
Long live the brotherhood of all peoples.
- Yaşasın tüm halkların kardeşliği.
Long live the Tatoeba Project!
- Çok yaşa Tatoeba Projesi!
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Did you know that some foxes lived on this mountain?
- Bazı tilkilerin bu dağda yaşadığını biliyor muydun?
The region has never been inhabited by people.
- Bölgede insanlar hiç yaşamadı.
Animals inhabit the forest.
- Hayvanlar ormanda yaşar.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.