I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do.
 - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.
When angry, count ten; when very angry, a hundred.
 - Kızgınsan ona kadar; çok kızgınsan yüze kadar say.
The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
 - Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
I don't want to see your faces.
 - Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
Tom could hear a commotion in front of his house, so he went outside to see what was happening.
 - Tom evinin önünde bir kargaşa duyabiliyordu, bu yüzden neler olduğunu görmek için dışarı çıktı.
I sit in front of a computer screen all day, so I get pretty heavily bombarded by electro-magnetic waves.
 - Ben bütün gün bilgisayar ekranı önünde otururum, bu yüzden elektro-manyetik dalgalar tarafından oldukça şiddetli şekilde bombardıman edilirim.
Her facial expression was more sour than a lemon.
 - Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
He has really soft facial features.
 - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Ten, twenty, thirty, forty, fifty, sixty, seventy, eighty, ninety, one hundred.
 - On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz.
One hundred, two hundred, three hundred, four hundred, five hundred, six hundred, seven hundred, eight hundred, nine hundred, one thousand.
 - Yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz, yedi yüz, sekiz yüz, dokuz yüz, bin.
My brother got cheeky.
 - Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
 - Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
He has really soft facial features.
 - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
 - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss.
 - On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.
I figured Tom would mess up again.
 - Tom'un tekrar yüzüne gözüne bulaştıracağını düşündüm.
He has really soft facial features.
 - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
 - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
No matter how flat you make a pancake, it always has two sides.
 - Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.
Are the Bush administration and al-Qaida the two sides of the same coin?
 - Bush yönetimi ve El Kaide aynı madalyonun iki yüzü müdür?
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
 - Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
He swam across the river.
 - O, nehir boyunca yüzdü.
Takuya swam naked as a jaybird.
 - Takuya alakarga gibi çıplak yüzdü.
John is in the swimming club.
 - John yüzme kulübündedir.
When can I swim here?
 - Ne zaman burada yüzebilirim?
He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
 - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
I haven't swum in the ocean since I left Florida.
 - Florida'yı terkettiğimden beri okyanusta yüzmedim.
The boat was broken by the floating ice.
 - Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
 - Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
Tom plunged into the water and swam to the other side.
 - Tom suya daldı ve diğer tarafa yüzdü.
There are two sides to every question.
 - Her öykünün bir de diğer yüzü vardır.
In swimming pools, water is continuously pumped through a filter.
 - Yüzme havuzlarında, su sürekli olarak filtrelerden pompalanır.
I prefer swimming to skiing.
 - Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
 - Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
They stood face to face.
 - Onlar yüz yüze durdu.
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
 - Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
The substance is light enough to float on the water.
 - Bu nesne su üzerinde yüzmek için yeterince hafif.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
 - Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
 - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
I used to love swimming. It was my favorite sport in high school.
 - Ben yüzmeyi severdim. O, lisede favori sporumdu.