Определение yüksekliği в Турецкий язык Английский Язык словарь
- yüksek
- high
The firm is known for its high-quality products.
- Firma, yüksek kaliteli ürünleriyle bilinmektedir.
The quality of higher education must answer to the highest international standards.
- Daha yüksek eğitim kalitesi, en yüksek uluslararası standartlara cevap vermelidir.
- yüksek
- {s} loud
Speak louder so everyone can hear you.
- Daha yüksek sesle konuşun böylece herkes sizi duyabilir.
Someone is knocking loudly at the door.
- Birisi yüksek sesle kapıyı çalıyor.
- yüksek
- elevated
Two persons were killed when an elevated bike path collapsed in Rio.
- Rio'da bir yüksek bisiklet yolu çöktüğünde iki kişi öldü.
An elevated seaside bike path collapsed in Rio.
- Rio'da bir yüksek sahil bisiklet yolu çöktü.
- yüksek
- {s} lofty
This mountain isn't a lofty one.
- Bu dağ yüksek değildir.
We have lofty expectations.
- Yüksek beklentilerimiz var.
- yüksek
- {s} tall
Tom tried climbing the tall tree.
- Tom yüksek ağaca tırmanmaya çalıştı.
Tom tried to climb the tall tree.
- Tom yüksek ağaca tırmanmaya çalıştı.
- basamak yüksekliği
- (İnşaat) rise
- bulut tepe yüksekliği
- (Askeri) cloud top height
- ekran yüksekliği
- (Bilgisayar) screen height
- kare yüksekliği
- (Bilgisayar) frame height
- tavan yüksekliği
- (İnşaat) ceiling height
- yüksek
- advanced
- yüksek
- stiff
Sami has paid a stiff price for his service.
- Sami hizmeti için yüksek bir fiyat ödedi.
- yüksek
- precipitous
- yüksek
- superordinate
- yüksek
- inflated
- yüksek
- supreme
Judges on the Supreme Court interpret the laws.
- Yüksek mahkeme yargıçları kanunları yorumlarlar.
Tom G. Roberts is the Chief Justice of the U.S. Supreme Court.
- Tom G. Roberts, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcıdır.
- yüksek
- buoyant
- yüksek
- up
- yüksek
- higher
The teacher told Tom that he couldn't give him anything higher than a C.
- Öğretmen Tom'a ona bir C 'den daha yüksek bir şey veremediğini söyledi.
Milk boils at a higher temperature than water.
- Süt sudan daha yüksek bir ısıda kaynar.
- yüksek
- high altitude
I don't feel well at such a high altitude.
- Böyle yüksek bir irtifada iyi hissetmiyorum.
- yüksek
- crucible
- yüksek
- grand
Speak louder. Your grandfather's hearing isn't so good.
- Daha yüksek sesle konuş. Büyükbaban pek de iyi duymuyor.
My grandson cries very loud.
- Benim torunum çok yüksek sesle bağırır.
- yüksek
- eminent
- yüksek
- high-rise
This high-rise building has five lifts.
- Bu yüksek katlı binanın beş asansörü var.
- yüksek
- noble
- yüksek
- rarefied
- yüksek
- superior
- yüksek
- {e} above
She spoke above her breath.
- O yüksek sesle konuştu.
The words above the door of the theater were one meter high.
- Tiyatronun kapısının üzerindeki sözler bir metre yükseklikteydi.
- yüksek
- high on
My parents' house is located high on a hill from which one can see the mountains in the east and the ocean in the north.
- Ailemin evi birinin oradan doğuda dağları ve kuzeyde okyanusu görebileceği yüksek bir tepede yer almaktadır.
At that time, tariffs were high on many products.
- O zaman, tarifeler birçok üründe yüksekti.
- (hava) (askeri (mil) olarak) görüş, miktar (bulut); (bulut yüksekliği) tavan (bi
- (Askeri) (weather) visibility (in miles), amount (of clouds, in eighths), (height of cloud) top (in thousands of feet), (height of cloud) base (in thousands of feet)
- alet yüksekliği
- height of instruments
- alet yüksekliği
- height of instrument
- basamak yüksekliği
- riser
- basınç yüksekliği
- pressure head
- bel yüksekliği
- (Politika, Siyaset) height at withers
- bel yüksekliği
- (Tekstil) waist height
- belirgin dalga yüksekliği
- (Askeri) significant wave height
- bulut yüksekliği
- cloud altitude
- bulut yüksekliği
- (Meteoroloji,Teknik) cloud ceiling
- bulut yüksekliği
- (Meteoroloji,Teknik) cloud height
- burun yüksekliği
- (Havacılık) nose height
- dalış yüksekliği
- diving altitude
- deniz yüksekliği (fit olarak)
- (Askeri) feet of seawater
- denk merkezi yüksekliği
- (Askeri) metacentric height
- emme yüksekliği
- suction height
- en az satır yüksekliği
- (Bilgisayar) minimum row height
- etiket yüksekliği
- (Bilgisayar) label height
- istif yüksekliği
- stacking height
- jant flanş yüksekliği
- (Otomotiv) wheel rim flange heighter
- kan basıncı yüksekliği high
- blood pressure, hypertension
- kemer yüksekliği
- headway
- kesit yüksekliği
- (Otomotiv) section height
- kolon yüksekliği
- column height
- kuyruk yüksekliği
- (Havacılık) tail height
- mevcut basınç yüksekliği
- (Askeri) potential head
- mevki yüksekliği
- (Askeri) height of site
- oluk yüksekliği
- ducting height
- oluk yüksekliği
- depth of corrugations
- optimum patlama yüksekliği
- (Askeri) optimum height of burst
- patlama infilak/yüksekliği
- (Askeri) height of burst
- rıht yüksekliği
- (İnşaat) road-mix pavement
- rıht yüksekliği
- (İnşaat) riser height
- ses yüksekliği
- loudness
- ses yüksekliği
- sonority
- seyir yüksekliği
- (Havacılık) cruising level
- suyun yüksekliği
- height of the water
- sıfır yüksekliği
- zero elevation
- tansiyon yüksekliği
- hypertension
- tavan yüksekliği
- headway
- tavan yüksekliği
- stud
- tepe yüksekliği
- (Askeri) maximum ordinate
- uçuş yüksekliği
- flight altitude
- viraj yüksekliği
- banking
- yoğunluk yüksekliği
- density altitude
- yüksek
- high place; height
- yüksek
- acro
That tall building across the street is where Tom works.
- Caddenin karşısındaki o yüksek bina Tom'un çalıştığı yerdir.
Driving across desert landscapes can be dangerous when the summer temperatures are high.
- Yaz sıcaklıkları yüksek olduğunda çöl manzaraları karşısında sürüş tehlikeli olabilir.
- yüksek
- high; (yapı) high-rise; precipitous; loud; exalted, lofty; advanced; high altitude
- yüksek
- (sea) marked by high waves, high
- yüksek
- raised high
- yüksek
- highrise
- yüksek
- (playing a game) for high stakes
- yüksek
- high, superior (quality)
- yüksek
- hyper
- yüksek
- lofty, noble
- yüksek
- penetrating
- yüksek
- loud or raised (voice)
- yüksek
- high; lofty
- yüksek
- penetrative
- yüksek
- over
How to overcome the high value of the yen is a big problem.
- Yüksek yen değerinin nasıl üstesinden gelineceği büyük bir sorundur.
Do you see that tall building over there?
- Oradaki yüksek binayı görüyor musun?
- yüksek
- exalted
- yüksek
- tall; buoyant
- yüksek
- clarion
- yüksek
- spheric
- yüksek
- high; great; intense; big: yüksek basınç high pressure. yüksek frekans high frequency. yüksek bir fiyat a high price. yüksek bir meblağ a big sum
- yüksek
- high, superior in status: yüksek okul institution of higher education
- yüksek
- stately
- yüksek
- towering
- yüksek
- grandiose
- yüksek
- steep
- yüksek
- supernal
- yüksek
- dominant
- yüksek
- upperbracket
- yüksek
- upland