to cause to be

listen to the pronunciation of to cause to be
Английский Язык - Турецкий язык

Определение to cause to be в Английский Язык Турецкий язык словарь

have
it has geçmi zaman had malik olmak
have
{f} almak

Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım. - I lost my watch, so I have to buy one.

Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın. - You'll have to get off at the bank and take the A52.

cause to be
neden olmak
have
eline ulaşmak
have
izin vermek

İçeri girmeme izin vermek zorundasın. - You have to let me in.

Onunla konuşmama izin vermek zorundasın. - You have to let me talk to him.

have
doğurmak
have
{f} elde etmek

Yaptığını sandığım başarı türünü elde etmek istiyorsan, öyleyse daha çok çalışmak zorunda kalacaksın. - If you want to achieve the kind of success that I think you do, then you'll have to study harder.

Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak. - Tom will have only one chance to get that right.

cause to be
neden ol
have
geçirmek

Tom ile birkaç dakika yalnız geçirmek istiyorum. - I'd like to have a few minutes alone with Tom.

Sadece birlikte biraz zaman geçirmek istedim. - I just wanted to have some time together.

have
içmek

Biraz su içmek istiyorum. - I would like to have some water.

Bir yerde içki içmek için dışarı çıkmak ister misiniz? - Would you like to go out to have a drink somewhere?

have
sahip ol

Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz. - With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

have
davet etmek

Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar. - I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

have
{f} olmak

Mezun olmak için yeterli kredim yok. - I don't have enough credits to graduate.

Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir. - If you are going abroad, it's necessary to have a passport.

have
{i} kumpas
have
{i} hile

Ben ne zaman hile yaptım? - When have I ever cheated?

Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı. - Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.

have
{f} kabul etmek

Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok. - I have no choice but to accept your proposals.

Böyle uygunsuz bir öneriyi kabul etmek zorunda değildin. - You didn't have to accept such an unfair proposal.

have
{i} varlıklı kimse
have
{f} bulunmak

Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok. - I have no time to engage in political activity.

Çevreyi korumak için herkes katkıda bulunmak zorunda kalacak. - Everybody will have to pitch in to save the environment.

have
(fiil) sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak
have
{f} etmek

Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız. - If we are to be there at six, we will have to start now.

Korkarım ki paydos etmek zorunda kalacağım. - I'm afraid I'll have to call it a day.

Английский Язык - Английский Язык
make
have
to cause to be

    Турецкое произношение

    tı kôz tı bi

    Произношение

    /tə ˈkôz tə bē/ /tə ˈkɔːz tə biː/
Избранное