sadece

listen to the pronunciation of sadece
Турецкий язык - Английский Язык
just

Jazz isn't dead, it just smells funny. - Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.

Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on. - Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.

merely

How to merely get tea? - Sadece çay nasıl alınır?

He said it merely as a joke. - O, onu sadece bir şaka olarak söyledi.

solely

From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration. - Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.

only

Only a few people understood me. - Sadece birkaç kişi beni anladı.

Walking from the station to the house takes only five minutes. - İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.

purely

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

This trip is purely for pleasure. - Bu yolculuk sadece zevk içindir.

alone

Please just leave me alone. I want to think. - Lütfen sadece beni yalnız bırakın. Düşünmek istiyorum.

They said they only wanted to be left alone. - Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.

simply

Any man who can drive safely while kissing a pretty lady is simply not giving the kiss the attention it deserves. - Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü sadece öpücüğe hakettiği ilgiyi vermiyordur.

That meal was simply divine. - O yemek sadece kutsaldı.

barely

Tom just barely passed the test. - Tom testi sadece zar zor geçti.

pure and simple
none but
not only

Her book is famous not only in England but also in Japan. - Onun kitabı sadece İngiltere'de ünlü değil, Japonya'da da ünlü.

Not only did I eat pilaf, but I also ate kebabs. - Sadece pilav değil, kebap da yedim.

such

I'm just trying to figure out why someone would do such a thing. - Ben sadece birinin neden böyle bir şey yapacağını anlamaya çalışıyorum.

Why did I buy flowers? Why are you asking me such a question? I just bought them because I wanted to. - Çiçekleri niçin mi satın aldım? Niçin bana böyle bir soru soruyorsun? Onları sadece almak istediğim için aldım.

nothing but

It was nothing but a joke. - O sadece bir şakaydı.

She likes nothing but the best. - O sadece en iyileri sever.

only, solely, merely, just
itself

History is merely repeating itself. - Tarih sadece kendini tekrarlıyor.

You have only to stand in front of the door. It will open by itself. - Sen sadece kapının önünde durmak zorundasın. O kendi kendine açılacak.

nigh but
exclusively

Penguins live almost exclusively in the Southern Hemisphere. - Penguenler neredeyse sadece Güney Yarımküre'de yaşarlar.

I read detective stories exclusively. - Ben sadece dedektif hikayeleri okurum.

but

The singer is famous not only in Japan but also in Europe. - Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.

Her book is famous not only in England but also in Japan. - Onun kitabı sadece İngiltere'de ünlü değil, Japonya'da da ünlü.

nothing else

You just have to wait. There's nothing else you can do. - Sadece beklemek zorundasın. Yapabileceğin başka bir şey yok.

Strive only for self-interest and nothing else. - Sadece kendi çıkarlarınız için çaba gösterin ve başka hiçbir şey yapmayın.

mere

The mere sight of a dog made her afraid. - Bir köpeğin sadece bakışı onu korkuttu.

I'm not a real fish, I'm just a mere plushy. - Ben gerçek bir balık değilim, ben sadece tamamen bir peluşum.

nothing more or less than
provided

The king had only one child, and that was a daughter, so he foresaw that she must be provided with a husband who would be fit to be king after him. - Kralın sadece bir çocuğu vardı ve o bir kızdı, bu yüzden ona ondan sonra kral olmak için uygun olacak bir koca temin edilmesi gerektiğini öngördü.

nothing more than
sole

From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration. - Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.

just in

You are only just in time. - Sadece sen zamanında geldin.

Tom was not just interested in Mary's musical abilities. - Tom sadece Mary'nin müzikal yetenekleriyle ilgili değildi.

only if

If and only if the ice-cream is vanilla flavour will Xiao Wang eat it. - Xiao Wang eğer sadece vanilyalıysa dondurmayı yiyecek.

Tom can walk only if he has his cane. - Tom sadece bastonu olursa yürüyebilir.

the just
only to

You have only to ask for his help. - Sadece onun yardımını istemek zorundasın.

He will be only too glad to help you. - Sadece ,sana yardım etmekten çok hoşnut olacak.

the only

You and Emet are the only ones still here. - Hâlâ burada olanlar sadece sen ve Emet'sin.

Why am I the only one they complain of? They're just making an example out of me and using me as a scapegoat. - Niçin onların şikâyet ettikleri sadece benim? Onlar sadece beni örnek veriyorlar ve beni bir günah keçisi olarak kullanıyorlar.

only when

It's only when I can't sleep at night that the ticking of the clock bothers me. - Sadece gece uyuyamadığım zamanlar saatin tik tak sesleri beni rahatsız eder.

It's only when I have things I have to do, that I find I want to do things I don't have to do. - Sadece yapacak bir şeyim olduğunda, zorunda olmadıklarımı yapmaya hevesliyim.

only as
plain

I'm just a plain office worker. - Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.

Plain white paper will do. - Sadece beyaz kağıt yeterli.

providing
sadece kenarlardan alın
Just take some off the edges
sadece ve sadece
only if/only when/only : - "Call me only if your cold gets worse."
sadece akıl veren
armchair
sadece anneden olan akrabalık
halfblood
sadece aptallar
none but fools
sadece babadan olan kan bağı
halfblood
sadece beni ilgilendirir
that's just my bag
sadece bu değil
not only this
sadece elde yıkama
Handwash only
sadece etrafa bakıyorum
I'm just looking around
sadece eğlenmek için
just for the fun
sadece gerekli olanları yapın
Just do the essentials
sadece gönderme için kriptolanmış
(Askeri) encrypt for transmission only
sadece ikimiz
just the two of us
sadece ikincil radar verisi
(Askeri) secondary radar data only
sadece kendini merkez alan
egocentric
sadece kişisel kullanım için eşyalarım var
I only have articles for personal use
sadece kuru temizleme
dry clean only
sadece merhabalaşmak
be on nodding terms
sadece nakit
Cash only
sadece salata rica ediyorum
I would like just a salad
sadece saçlarım ucunu kesip düzeltiniz lütfen
just a trim please
sadece sen
none but you
sadece tıraş bıçağı
Razors only
sadece yelkenleri görülen
hull down
ana renklerin sadece ini ayırdedebilen
dichromatic
burası sadece yayalara açık
This is a pedestrian street only
deniz astsubay kıdemli başçavuş; sadece tamamlanmış hükümler
(Askeri) chief petty officer; complete provisions only
elektro-optik; son ofis; eşit fırsat; icra emri; sadece gözler
(Askeri) electro-optical; end office; equal opportunity; executive order; eyes only
elektronik olarak silinebilir programlanabilir ve sadece okunabilir hafıza
(Askeri) electronic erasable programmable read-only memory
hastalığın sadece kafada olduğuna inanan mezhep
Christian Science
silinebilir programlanabilir sadece okunabilir hafıza
(Askeri) erasable programmable read-only memory
Турецкий язык - Турецкий язык
Başka bir şey bulunmaksızın, yalnızca, ancak, sade
Başka bir şey bulunmaksızın, yalnızca, ancak, sade: "Her millette olduğu gibi, bizde de kelimeleri, şiir canlandırmış, nesir sadece kullanmıştır."- Y. K. Karaosmanoğlu
bir
(Osmanlı Dönemi) MAHZ